Yazmayalı çok olmuş gibi geliyor. Sanki yedi bin yıldır yazmıyor ve son altı bin dokuz yüz doksan bir yıldır uyuyormuşum gibi geliyor.
Öylesine şaşkın, öylesine saçma bir durum hikayesi olacak yine öyle görünüyor.
Dedim ya çok olmuştu yazmalı. Dolayısıyla hepsinden biraz, birer kelimeyle bahsetmek en güzel yönü olacaktır.
Zaten bir şarkı sadece bir çifte ait olamaz değil mi ?
Sonuçta herkese bir ödeme yapacak bu hayat illaki.
Çıkarın o zaman veresiye defterlerinizi ve birkaç çarpı atıp kendinizi tahsilatın kollarına atın!!!
Eskiden sabahın ilk ışıklarına nazire yaparcasına kalemi alırdım elime. Malum zamanların en ücra ve coşkulu kısımlarında hep bir boşvermişlik vardı içimde.
Şimdi, gece sessiz ve zifiri.
Ne bir otobüs şoförü muhabbeti var ne de balkonda ötüşen serçeler.
Bir tek şu kör olasıca kurbağa ötüşmeleri var.
Ona da ötüşme mi deniyordu?
Şimdi tam olarak çıkaramadım onu da yani sanki prensesini kaybeden penceremin altına dadanmış da yalnızlar kulübüne beni de çaktırıyorlarmış gibi bir ses tonları var.
Bilenler bu sesleri duyunca nasıl şekilden şekile girdiğimi bilirler de,
zaten uyumamak için bahane arayan bir bünyenin bu geceki mazereti de bu işte ne demeli?
Bu gece martı muhabbeti de yok.
Zira bu gece hüzünlüyüz, yorgunuz...
Uçmaya merakımız kimseye yüksekten bakmak değildi.
Kimse anlamazdı ama sevgilinin gözlerine en çok gökyüzü benzerdi.
Bazen gökkuşağını kıskandırır.
Bazen gökgürültüsüne neden olurdu.
Bir gülüşü vardı ki o tatlı şeyin,
Sanırsın mahallenin bütün çocuklarını misket oynarken yutmuştu.
Evet "yutmuştu" biz öyle derdik.
Siz ne derdiniz ki?
Ne diyorsanız artık her neyse. Siz de kendi yazınızda o şekilde yazarsınız. Bu benim yazım ve burda "yutmuştu" deriz.
Hep böyledir bu çocukluk kelimeleri.
Biri bir şey der.
Öteki:
"Yok efendim ona o denmez aha da bu denir"
Diye atlar dallamanın biri.
Hem ütülmek nedir yani?
Hiç sokağa çıkmamış, çamurda elleri çatlamamış biri ne anlar ki Sokak Dili ve Edebiyatından.
Sorsan "en yüksek taban puanı kaç?"
Diye cevap verir.
Bunlar hep sokaklara dökülen kilittaşı istilasının sonuçları arasında yer alıyor aslında. Bundan elli yıl sonra bu istilanın nedenleri, gelişimi ve sonuçları maddeler halinde sıralanacaktır.
Ve siz, tel örgüler ardına saklanıp binbir güvenlik önlemleri ile çevrelenen site insanları, belki kurbağa cıvıldamaları rahatsız etmiyor sizi ama en ufak bir soğuk algınlığında geberip gideceksiniz.
Ama hakikaten insanı tel örgülere itiyor şunlar da kardeşim.
Gidip belediyeye tek tek da edeceğim.
O değil de arada bir tanesi yanlış notadan giriyor. Ödevini yapmamış öğrenci gibi araya kaynamaya çalışıyor.
"Herkes kendi hikayesinin peşinde. Kendi prensesinin peşinde be! Kimisi ayısını arar kimisi öküzünü arar. Hangimiz bir şeylerin peşinde değiliz ki?" Diye bir de final cümlesi kurup bir burda bitirmek en mantıklısı gibi ama bu gece mantığa yanaşır bir durumda değilim.
Yoksa deminden beri burda boşuna çırpınıp durmuyorum. O kadar kurbağa dedik, vızıldama dedik, en önemlisi de prenses dedik, şimdi burda bi arkdaşın prensesine dis atmadan bırakmak olmaz diye düşünüyorum.
Önemli bir şey değil aslında ya da benim uyuyamamamla hiç alakası yok mesela ama insanın bir kere de olsa:
"Sanatçı olsam en güzel şarkımı sana söylerim"Dediği birileri vardır illaki.
Selam olsun kardeşimize.
Bir keresinde abi demişti.
Dışımdan güldüm
İçimden ağladım;
Beynim yandı
Düşünemez oldum
Kalbim kırıldı
Toplayamaz oldum.
Bizim bir arkadaşın sıkıntısı işte anlatayım dedim.
(Bir arkadaşın sıkıntısı dedik ya, ne gülüyorsun?)
n.d.