"Bir doğum günü partisine gideceğimizi söylediğinde daha farklı bir şeyler beklemiştim" dedi gözleri bar'ın dans pistinde kendinden geçmiş çiftlerin üzerinde oyalanırken. "Bir..havuz partisi gibi mesela" diye devam etti ardından. Gözleri hala ısrarla dans eden çiftlere takılıydı.
"Ne o? Mayo giymeyi mi planlıyordun?" Dedim. Dişlerimi gösterecek bir şekilde gülümsemiş ve ondan da aynı hareketi yapmasını beklemiştim. Oysa ki, benim aksime yüzüne yayılan çarpık gülümsemesi samimilikten başka duygular barındırıyordu içinde. Ona aldırmadan az önce yaptığını taklit ederek bakışlarımı dans pistine diktim. Bazıları sadece delicesine dans ediyorken, diğerleri bir-birlerine sürtünmekten başka birşey yapmıyorlardı. Görüş alanıma kollarını bir kızın beline sarmış deli gibi dans eden Doğukan girdiğinde istemsizce gözlerimi o yönden kaçırmıştım. Sanki onları izlediğimi gördüğünde bir şeyleri yanlış anlayacakmış gibi rahatsızca yerimde kıpırdadım ve tam karşımda tüm rahatlığıyla dikilen Aras'a döndüm. Siyah kazağının kollarını yarısına gelecek kadar katlamış, kolundakı bir takım anlam veremediğim dövmeleri göz önüne sermişti. Sıklıkla olmasa da kolunun bazı bölümleri küçük ve düzensiz şekillerde yapılmış dövmelerle kaplıydı. İtiraf etmeliyim ki, üzerindeki diğer siyah olan herşeyin aksine barın loş ışıklarının altında sarının bir kaç tonuna bürünen kumral ve dağılmış saçlarının ardından dövmeleri onu gözümde seksi kılan sadece başka bir kısmıydı.
Onu bu şekilde daha ne kadar incelemiştim bilmiyorum, ama kadifemsi sesi kulaklarıma ulaştığında kendimi düşüncelerimden bir an olsun sıyırabilmiştim. Barmenden istediği biralardan birini önüme doğru iterken içmemi işaret etti. Kaşlarımı havaya kaldırdım.
"Hiç içki içmedin mi?" dedi o da beni taklit edip kaşlarını kaldırarak. Yüzünün aldığı şaşkın ifadeye güldüm ve bira şişesini parmaklarımın arasına aldım.
"Çok kitap okuyorsun herhalde" Biramdan büyük bir yudum aldım. "Öyle masum ve saf kızlar sadece hikayelerde olur" ve bir yudum daha.Beyaz ahşap kapının önünde geçirdiğim sessiz dakikaların ardından odaya son anda girmeyi başarabilmiştim. Kapının ardında saklı olan küçük oda her zamanki gibi karışık ve düzensiz duruyordu. Derin'in umursamazca bir tarafa attığı kitaplar çalışma masasının üzerinde dağılmıştı ve daha sayamadığım onlarca şey aynı düzensizlikle sıralanmış gibiydi. Odanın bir köşesinde, pencerenin tam altına yerleştirilmiş yatak bulunduğum ortamda belki de en düzenli şeyken, onun etrafına atılmış bir kaç giysi parçası genel görüntüyü kurtarmasını engelliyordu.
Yavaş ve bir o kadar sessiz adımlarımla odada turlamaya başladım. Duvarlara asılmış resimler gözüme çarptığında istemsizce gözlerimi bir kaç saniyeliğine kapatmıştım. En köşede asılı olan resimde Derin kameraya koca bir gülümseme yolluyorken, diğer resim yüzünün ifadesizliğiyle süslenmişti. Ve bir diğerinde de biz vardık. Kollarını arkadan boynuma sarmıştı. Ben kahkahalara boğulmuşken, o objektive dilini çıkarıyordu. Bir an için bu odada fazlasıyla bulunmama rağmen resimleri bu güne kadar hiç incelemediğimi anlamıştım. İç çekerek odanın sahip olduğu boğuk havayı ciğerlerime doldurdum ve ardından köşeye sığdırılmış tek kişilik yatağa kendimi bıraktım.
Derin'in kaybolmasının üzerinden neredeyse 1 hafta geçecekti. Ve ben şu an uzandığım yatakta 1 haftadır yaptığımın aynısını yaparak sessiz bir şekilde tavanı izlemekten başka birşey yapmıyordum. Yapmak istediğim onca şeye rağmen tüm bu günlerde yaptığım ya da yaptığımız tek şey polisten bir haber gelmesini beklemek olmuştu. Arkadaşımın nerede olduğunu bilmemekten öte, yaşayıp-yaşamadığı düşüncesi bile aklımı kaçıracakmışım gibi hissetmeme neden oluyordu. Ve ben hala öylece onun odasında, onun yatağında uzanarak bir yerlerden çıkıp gelmesini umud ediyordum.
Düşüncelerimden sıyrılmak istermişcesine kafamı iki yana salladım ve ellerimden yardım alarak yatakta doğruldum. Dudaklarımdan sesli bir nefes koparken bir yandan odayı sanki bir şeyler bulacakmış gibi gözden geçiriyordum. Çalışma masasının altına bırakılmış sırt çantası gözlerime çarptığında istemsizce yerimden kalktım. Çantayı alıp yeniden yatağa oturduktan sonra nedenini bilmediğim bir şekilde içindekileri karıştırmaya başladım. Ne arıyordum? Bilmiyorum. Neden arıyordum? Bilmiyorum. Peki bir şey bulduğumda ne olacaktı? Ah, evet. Onu da bilmiyorum. Tek bildiğim çantayı didik didik ararken kafamda oluşan sanki Derin'in nerede olduğuna dair bir şeyler bulabileceğim düşüncesiydi. Çantada ders kitapları, kalemler ve bunun gibi gereksiz bir çok şey bulunuyordu, ama bana gereken en küçük bir şey bile görememiştim. Yaptığım saçmalığın getirdiği sinirle çantayı içindekilerle birlikte yatağın diğer ucuna fırlattım. Kitaplar ve kalemler odanın türlü yerlerine dağılırken az önce görmediğim bir defter tam karşıma düşmüştü. Defteri aldığımda bunu sadece az önce değil, Derin'i tanıdığım tüm bu yıllarda hiç görmediğime emindim. Derin'in sayılı kitapları ve kullandığı defterleri vardı ve bunların hepsini daha öncesinde görmüştüm. Neredeyse hepsini. Elimde tuttuğum kalın defter bana fazlasıyla yabancıydı ki, bu içimdeki merakı çoğaltıyordu. Defterin kahverengi ve fazlasıyla eskimiş kapağını kaldırdığımda ilk sayfanın üst kenarında bulunan 'Derin'in Günlüğü' el yazısının üzerinde parmağımı dolaştırdım. Derin'in el yazısı her zaman çok düzgündü. İlk okulda tüm öğretmenlerin onun defterini havaya kaldırarak el yazısını bize gösterdiğini ve hatta bu yüzden onu kıskandığımı hatırlıyordum. Sadece el yazısı değil, diğer çoğu konularda ona imrenmiştim. Ama tabi bu çalışkan tavırları sadece liseye kadar devam etmişti.
Defterin rastgele bir sayfa açarken karşıma çıkan ilk cümleleri sesli bir şekilde okumaya başladım;'Parmakları belime dokunduğunda ürperdiğimi hissediyordum. O an orada, Doğu'nun partisinde öylece dans ettiğimizde bir anlığına onunlayken kendimi özgür hissettim. Hiç olmadığım kadar rahat ve özgür'
Orada onları dans ediyorlarken izlemiştim.
Derin'in Aras'ın kolları arasında kedinden geçişi, Aras'ın kıvrak hareketlerle dansına uyum sağlaması. Bunların hepsi bir anlığına gözümün önünden geçtiğinde defterin kapağını aniden kapatıp odadan hızla dışarı fırladım. İçimdeki ses durmadan o bar'a gitmem gerektiğini haykırırken sanki bir şeyler elde edecekmişim gibi o sese uydum. Esra teyzeye kapının önünden bağırarak bir hoşçakal ilettikten sonra çantamı aldığım gibi kendimi evden dışarı atmıştım. Neredeyse 3 ay önce bulunduğum bar'ı bulabilme umuduyla bulduğum ilk taksiye binip doğruluğundan bile emin olmadığım adresi taksiciye sunarak yola koyuldum.Kimsenin bulunmadığı bar'da birilerini bulma adına turlarken ayakkabılarımın çıkardığı rahatsız edici sesler içeride yankılanıyordu. Dans pistinin etrafından yürürken bir anlığına zihnim bana oyun oynayarak orada içkili halde dans eden Derin'i görmemi sağladı. Tüm o sahneler gözlerimin önünden bir şerit gibi akarken "kendine gel, Ada" diye fısıldadım kendi-kendime. İçimde dolup-taşan bağırma isteğini bastırmaya çalışarak
mini bar'a yaklaştığımda boş olan taburelerden birine oturdum ve arkası bana dönük olan çocuğun dikkatini çeke bilmek için hafifce öksürdüm. Kuruladığı bardağı bırakıp ellerini iki yandan tezgahın kenarlarına koydu ve bana doğru eğildi. Neredeyse benim yaşlarımda olduğunu tahmin ettiğim, yakışıklı denilebilecek biriydi. Sarı saçlarının kenarlarını kazıtmış, orta kısmını arkaya doğru taramıştı. Deniz mavisi gözleri beyaz tenine ve saçlarına uyumlu bir şekilde parlıyorlardı. Normal bir günümde olsaydım, kesinlikle onunla flört ederdim.
Çocuğu incelemeyi kesip bir şeyler söylemeyi akıl ettiğimde bana tek kaşını kaldırarak baktığını farketmiştim. Daha benim bir şey söylememe izin vermeden "Yardım.edebilirim?" dedi bir anda. Sözleri tek-tek söylemesi ve aksanı türk olmadığını anında eleveriyordu. Bir an ne söyleyeceğimi bilemediğimden tek yaptığım şey "ımm" diyebilmek olmuştu.
"Şey ben" dedim ve yeniden duraksadım. Ne söyleyecek bir şey buluyor, ne de bir şeyler yapıyordum. Sahi, ben neden buradaydım ki? Gelip burada sıradan bir barmene -bizim dilimizi bilmeyen bir barmen- arkadaşım kayboldu ve ben onu burada arıyorum gibi türlü saçmalıklardan mı bahsedecektim? Saçmalığın bu kadarı.
" Unut gitsin" dedim elimi havada anlamsız bir şekilde sallayarak. Ardından çocuğa aldırmadan gitmek için ayaklandığımda arkamdan duyduğum ses duraksamama ve o tarafa dönmeme sebep olmuştu.
"What's going on, Russel?(Neler oluyor, Russel?)" neredeyse benim 2 katım olan adam bize doğru ilerlerken ingilizce bir şeyler daha söylemeye devam ediyordu. Aksanının mükemmel derecede iyi olması söylediklerini anlamamı epeği zorlaştırıyordu. Sonunda sanki varlığımı yeni farkediyormuş gibi ingilizce konuşmayı kesip bana döndüğünde gözleri kısılmıştı. Onu..Sanki bir yerlerden tanıyor gibiydim.
"Buyurun?" dedi gözlerini hala kısmış bana bakarken.
"Ben sadece bir arkadaşa bakacaktım ama-" burnumu kırıştırdım ve ne gibi bir yalanla buradan sıyrılabileceğimi düşündüm. İşleri daha fazla karıştırmadan buradan uzaklaşmam gerektiğini düşünüyordum.
"Burada bu saatte kimse olmaz"
"Evet, anlaşılıyor" dedim etrafı kafamla göstererek "Ben gitsem iyi olacak"
Yanımdakı taburenin üzerine koyduğum çantamı alıp yeniden gitmek için döndüğümde adam "Bir dakika" diyerek beni bir daha durdurmuştu. Sıkıldığımı belirtirmişcesine ona doğru döndüğümde bana bir adım yaklaşarak az önce kısılan gözlerini neredeyse görünmeyecek kadar kısarak bakışlarını yüzüme kenetledi.
"Seni bir yerden tanıyorum" dedi. Hala yüzümü inceliyordu.
"Sen" dedi ve kıstığı gözlerini bir anlığına serbest bıraktı. Siyahın en koyu tonunun hakim olduğu gözlerini yüzümden ayırmamaya özen göstererek konuşmasına devam etti;
"Derin. Onun arkadaşısın" dediğinde bir saniyeliğine afalladığımı hissettim.
"Beni nerden tanıyorsunuz?" Daha doğrusu Derin'i nerden tanıyordu?
Elini bana doğru uzattı ve "Ben Tunay" dedi "Aras'ın kardeşiyim"
Ve, evet. Buraya gelmem kesinlikle boşuna değildi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yasak
Teen Fiction'Azrail tüm meleklerin en güzeli- ölüm meleğidir. Onun meleği tam karşısındaydı. Onun ölüm meleği.. Ve ölüm ona hiç bu kadar güzel, hiç bu kadar tatlı görünmemişti. Ona doğru attığı her adım kendi ölümüne attığı bir adıma eşitti. O, kendi yasağına...