'Siyah Eldivenli Çocuk' -Giriş

299 7 0
                                    

Soğuktan neredeyse buz tutmuş ellerimi biraz da olsun ısıtmak için hızla bir-birlerine sürttüm ve cebimden anahtarları çıkararak kapıyı kapattım. Kafenin yuvarlak penceresinden içeri baktığımda tüm ışıkları kapatmış olmamın verdiği rahatlıkla soğuk havayı bir daha ciğerlerime doldurdum. Bu gece normal Istanbul gecelerine kıyaslandıkta fazla soğuk ve sertti. Sabahtan beri hiç dinmeyen kar yerde neredeyse ayak bileğime ulaşacak kadar birikmiş, bu yüzden de yürümemi epeği zorlaştırıyordu. Düşmemek için çaba sarfediyorken bir an önce kar birikintisinden kurtulup temiz zemine geçmek için kendimi biraz daha hızlandırdım. Ve sadece bir kaç adım daha attıktan sonra kafenin bahçesinden çıkarak ana yola ulaşmayı becerebilmiştim. Kar artık ayaklarımın altında neredeyse hissedilemeyecek kadar azdı. Rahat hareket edebilmenin hissettirdiği özgürlük sesli bir şekilde iç çekmeme neden oldu. En azından yollar açıktı ve bir taksi bulabilme olasılığım hala bulunuyordu diye düşünüyordum, ama etrafa bakındığımda ne bir araba, ne de bir insan görebilmiştim. Karanlık sokağı aydınlatan sokak lambalarının loş ışığında gördüğüm kadarıyla burada tamamen tek başıma dikiliyordum.
Sıkıntıyla üfleyerek eve kadar yürümeye karar verdim ve ardından bir omuzumdan sarkıttığım sırt çantamın diğer kolunu da omuzuma geçirdim. Sokağın sessizliği ve rüzgarın ondan faydalanarak çıkardığı ürkütücü uğultusu içten içe beni korkutsa da buna aldırmadan yoluma devam etmeye çalışmalıydım. Ama bir anda şiddetlenen rüzgarın kafama biçimsizce geçirdiğim şapkamı alarak sokağın diğer ucuna götürmesi sessizliğin bana piç bir şekilde gülümsemesiydi adeta. Ağzımın altında homurdanarak şapkamı almak için geri döndüğüm an buz tutmuş zemin ayağım altında bir anlık kaydı ve ben afallayarak sertçe dizlerimin üzerine düştüm.
Ah, evet. Bu gece kesinlikle tüm aksilikler benimle en yakın arkadaştı.
Ellerimden yardım alarak kalkmaya çalışıyorken hala sesli bir şekilde kendi kendimi azarlıyordum. Genellikle sakar birisiydim. Kafede çalışmaya başladığım günden bu yana belki de neredeyse 20'e yakın bardak kırmışlığım vardı ve ne zaman elimi bir şeylere atmaya çalışsam darmadağın ediyordum. Sırf bu yüzden tüm arkadaşlarımın telefon rehberimde adım 'sakar' olarak kayıtlıydı.
"İyi misin?" dedi o an birisi gayet sakin bir sesle. Sesin kime ait olduğunu anlamak için başımı kaldırdığımda tam dibimde durmuş olan birinin elini bana uzattığını gördüm.Eline siyah, parmaklarının yarısını kaplayan deri bir eldiven takılıydı ve benim şu an o parmaklardan yardım almak gibi bir düşüncem yoktu.
"Ah, evet" havada duran eline aldırmadan bir daha düşmemek çabasıyla kendimi ayağa kaldırdım "Teşekkürler"
Ondan ve gayet güçlü görünen parmaklarından yardım almadığımı anladığında hemen boşta olan elini tıpkı diğer eli gibi eldivenleriyle uyum sağlayan deri montunun cebine soktu. Bense hala göz ucuyla etrafa bakınarak rüzgarın az önce benden çaldığı şapkamın nerede olduğunu bulmaya çalışıyordum.
Eğer bu gece biraz daha burada kalırsam, kesinlikle soğuktan donarak ölmüş olacaktım.
"Bunu mu arıyorsun?" dedi biraz önce duyduğum kadife ses bana doğru bir daha. İstemsizce karşıma baktığımda çocuğun şapkamı uzun parmaklarının arasında tutmuş havaya kaldırdığını
gördüm. Karanlıkta büyük zorlukla seçtiğim yüzü hiçbir ifade bulundurmuyorken, rengini belirleyemediğim gözleri masumlukla kaplanmıştı.
Şapkamı parmaklarının arasından alırken "Kesinlikle" dedim onaylarmışcasına. Yüzümü zoraki bir gülümsemeyle aydınlatmaya çalışıyordum, ama bu konuda hep çok başarısız olmuşumdur. Yalandan gülmeler hiçbir zaman bana göre değildi. Eğer gülüyorsam, demek ki bunu gerçekten istemişimdir.
Adını bilmediğim siyah eldivenli çocuk yeniden ellerini ceplerinde yerleştirirken derin bir iç çekti. Dudaklarının arasından süzülen sıcak nefesi havanın soğuğuna karışarak buharlaşıyordu. Üzerine tam oturan siyah montu kol kaslarını büyük bir zevkle gözler önüne sermişti. Kesinlikle sıska denilemeyecek bir bedene sahipti ve boyu yüzüne bakabilmem için başımı hafif kaldırmamı gerektirecek kadar uzundu.
"Bu saatte İstanbul sokakları pek tekin değildir" dedi. Gözlerimi dikmiş onu izlerken ani konuşması irkilmeme ve tüm dikkatimin dağılmasına sebep oldu.
"İşler" diye fazla kısa bir cümleyle geçiştirdim. Şuan tek istediğim şey yanımdakı şu yabancıdan biran önce kurtulmak ve eve gidip sıcak yatağımda uyuyarak neredeyse her hücremde hissettiğim yorgunluğumdan arınmaktı.
Çocuğun bir şeyler söylemek için dudaklarını araladığını gördüğüm an "İyi geceler" diye nazik bir şekilde söyleyeceklerini engelledim. Benim tepkime karşılık olarak soğuktan çatladığını düşündüğüm dudaklarını tek bir çizgi haline getirdi ve başını onaylarmışcasına salladı. Biraz önce yüzüme beceriksizce 'yapıştırmış' olduğum zoraki gülümsememi hala bozmamaya çalışırken sokağın sessiz kaldırımlarında yürümek için arkamı döndüm.
Ve evet.
Attığım ilk adımda kaygan zemin ayaklarımı ikinci defa yerden keserek tıpkı 5 dakika önce yaptığı gibi sakarlığımdan yararlanarak dengemi alt-üst etti. Tek bir fark vardı. Bu sefer üzerine düştüğüm sokağın soğuk ve kaygan kaldırımları değil, birinin güçlü kollarıydı. Siyah eldivenli çocuğun kaslı kolları iki yandan sıkıca belime sarılarak düşmemi engellemişti.
Neden bu gece sadece arkamı dönüp normal bir şekilde yürüyerek evime gidemiyordum ki?!
Kendi kendime gözlerimi devirdim ve ardından bedenimi çocuğun kollarından kurtarmak için kendimi ileri ittim. Bunu anlamış olacak ki, o da kollarını üzerimden çekerek beni tamamen serbest bıraktı. O an sol ayak bileğimde yayılmış olan acıyı daha yeni hissettiğimi anlamıştım. Ayağımı hareket etmek için oynattığım an dudaklarımdan hiç beklemediğim bir inleme koparak sessizliğin hakim olduğu sokakta yankılandı. Ağırlığımı sağ ayağımın üzerine verirken öne eğildim ve iki parmağımla sol ayak bileğimi kavradım.
"Ne oldu?" o kadife ses bir daha kulaklarıma ulaşarak sahibine bakmamı sağlamıştı. Hafif kısdığı gözlerini bileğimin üzerinde olan parmaklarıma kitlemiş, ne olduğunu anlamaya çalıştığını belli ediyordu.
"Düşerken incittim galiba" dedim. Hala parmaklarımla bileğimi tutuyor, acımın kısa bir zamanda en azından yürümemi engelleyemeyeceği kadar azalmasını umuyordum.
"Yürüyebilecek misin?"
Sorusuna karşılık olarak yüzümü buruşturmuştum. Şuan bırak yürümek, ayağımı yere basmanın bile bana ikinci bir çığlığı attıracak kadar acı vereceğinden adım gibi emindim.
Aniden kollarımın altında hissettiğim baskıyla başımı kaldırarak ne olduğunu çözmeye çalıştım. Çocuk kafasını sol omuzumun altından geçirip kolunu arka taraftan belime sıkıca sardı ve tüm ağırlığımı neredeyse hiç sorun yaşamadan üstlendi. Ardından da sanki beni aydınlatmak istermiş gibi "Seni eve bırakayım" dedi. Sesi sadece benim duyabileceğim tondaydı ve sesindeki sakinlik benim istemsizce ona güvenmemi sağlıyordu. Ama hiç tanımadığım bir adamın arabasına binmek ve onun beni evime bırakmasına izin vermek gibi bir düşüncem yoktu.

Bir kaç dakika beni taşıdıktan sonra görüş alanıma yolun kenarına park edilmiş olan motor girmişti. Siyah ve parlak gri renklerinin hakim olduğu motorun iki kişilik koltuğunun üzerine yine parlak gri renkte bir kask konulmuştu. Motoru gördüğü an adımlarını biraz daha hızlandırarak beni taşımanın onu hiç zorlandırmadığını bana bir daha kanıtlamış olmuştu.
"Yan oturursan daha rahat edersin" dedi ve beni bir anda büyük bir rahatlıkla havaya kaldırarak koltuğun arka kısmına oturttu. Kolları bana bir an kendimi adeta bir oyuncakmışım gibi hissettirmişti.
"Hayır, çok teşekkürler" dedim. Beni taşımasına birşey diyememiştim, ama daha adını bile bilmediğim bir adamın motoruna binecek kadar aklımı kaybettiğimi sanmıyordum. Bu gece en son istediğim şey bir de korku duygusunu tatmaktı.
Dediklerime karşılık kaşlarını 'ne demek istiyorsun' dermişcesine havaya kaldırdı ve parmaklarının yardımıyla gözünün önüne düşen bir kaç saç telini arkaya doğru attı. Ve ben o an anlamıştım ki, saçlarının rengi açık bir kahverengi tonundaydı.
"Sadece biraz ötede bir taksi durağı var ve-" daha sözümü tamamlamama izin vermeden "Yürüyebileceğini sanmıyorum" dedi kendine olan eminliğini ortaya koyarak. Ve ardından devam etti;
"Geceleri ortalıkta dolanan bir seri katil ya da kendini kaybetmiş bir sapık değilim" kaskı eline aldı ve nazik bir şekilde bana uzattı. Karanlıkta dudaklarının yukarı doğru kıvrıldığını görebiliyordum. Konuşmasını bitirdiğini sanıyordum ama ben kaskı aldıktan sonra devam etmişti;
"Yapmaya çalıştığım tek şey yardım etmek. Saat gecenin 1'i ve inan bana bu saatlerde sokaklarda dolaşan insanlardan hoşlanmazsın" karşımda dikiliyordu ve zannettiğim kadarıyla kaskı takmamı bekliyordu. Bir şey yapmadığımı gördüğünde bir an kaşlarını çatmıştı. Ama hemen ardından "Ayrıca iç sesim eğer seni burada bırakırsam düşerek kendini öldüreceğini söylüyor" diyerek bu sefer dişlerini gözler önüne serdi. Tatlı bir gülümsemeye sahip olduğunu düşünmeme sebep olmuştu. Yine de hala hiçbir hareket etmeden motorun koltuğunda oturarak kararsız bir şekilde ona bakmakta devam ediyordum. Ki, bileğim de hala fazlasıyla acıyordu.
"Ah, hadi ama. Korkma ben insanları yemiyorum" dedi. Hala gülümsemesine ve dalga geçmesine devam ediyordu.
Sinir bozucu tipler.
Bir kaç dakika daha orada öyle oturarak kararsızlıkla çocuğun rengini hala belirleyemediğim gözlerine baktıktan sonra bu saatte ve üstelik bu halde eve gitmemin bayağı bir zaman alacağı düşüncesine yenilerek kaskı biçimsizce kafama geçirdim. Yaptığım hareketin hemen ardından o da kendini motorun ön koltuğuna attı. Motorun sesi neredeyse tüm sokakta yankılanırken benim duymam için bağırmıştı;
"Bu arada ben Aras" dedi "Memnun oldum"

YasakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin