1. Bölüm

274 37 8
                                    

"BM, birliklerinin durmaması sebebiyle aktif olarak Kuzey Kore'yi desteklemeye başladı. Güney kore başkanı Moon Jae, yardım yanlısı olan ülkelerin tekliflerini kabul etmekten başka çare olmadığını ve en kısa sürede bir masada toplanmaları gerektiğini belirtti."

Tık.

Jisung içindeki korkuyu ikiye katlayan bu cümlelere dayanamayıp radyoyu kapattı. Gözlerini pencereye çevirdi. Kapalı olan perdenin bir ucundan dışarıya tek gözüyle baktı. Yine kaba giyimli, kafalarında şapka olan ve çoğu rütbesiz askerleri sokakta sanki bütün bu caddeler onlarınmış gibi özgüvenli adımlar atarken gördü. Yüreği bin parçaya bölünerek perdenin açtığı kısmını tekrar kapatıp arkasındaki yuvarlak masanın etrafında oturan ailesine döndü. Bütün aile bir dakika sonra ne olacağını bilemeden, kaygının en hat safhalarını yaşıyorlardı. Ki bu endişe sadece onlara has değildi.

Annesi her ne olursa olsun morallerini yüksek tutmaya çalışıyor, masaya oturmuş ve sıradan bir günmüş gibi akşam yemeği için pirinç ayıklıyordu. Yanında da kız kardeşi Vien oturmuş elindeki renkli yumaklarla bir şeyler örüyordu.

Jisung'un ise bedeninin her bir yanında dolaşan tek şey, ansızın evlerinden çıkarılıp götürülme korkusuydu. Sokaktan arada bir çığlıklar yükseliyor, bütün aile endişelerini saklayamadan birbirinin yüzüne bakıyordu. Jisung, babasından sonra bu ailenin en büyüğü olarak bir şeyler yapmak, burdan kaçmanın bir yolunu bulmak gibi düşüncelerle günü sonlandırıyordu. Eğer biraz şanslılarsa sabah silah ve çığlık sesleriyle uyanmazlardı.

Aslında onlar bu savaşın asıl sebebinin ne olduğunu bile bilmiyorlardı. Sadece bir gün ansızın bombalar patlamaya, üstlerinden küçüklü büyüklü uçaklar geçmeye, silahlar patlamaya ve insanlar öldürülmeye başlanmıştı. Caddede şimdiye kadar onlarca insan evlerinden alınıp götürülmüşlerdi, nereye götürüldüklerini bile bilmeden. Küçük ama huzurlu evlerini terk etmek zorunda bırakılıyorlar, içinde bu kötü adamlara karşı gelmek gibi bir cesaret olup da karşı gelenler ise tek bir kurşunla gözlerini yumuyordu.

Jisung bunları düşünmekle zaman kaybedemeyeceğini düşünerek pencereden uzaklaştı. Kış ayları geride kalmasına rağmen hava hâlâ biraz soğuktu ve serin rüzgarlar esmeye devam ediyordu. Askıdan hırkasını ve atkısını aldı. Atkıyı boynuna sararken arkasında annesinin endişeli sesini duydu.

"Jisung dışarı çıkmanın sırası değil, sokakta eli silahlılar kol geziyor. Çıkma."

Jisung annesini yatıştırmak için ağzının içinde bir şeyler mırıldandı. Ama kadının içine korku o kadar işlemişti ki bir türlü ikna olamıyordu. Jisung kapının kolunu tuttuğu an annesi onun önüne geçip ellerini çok sevdiği oğlunun yanaklarına koydu. "Ya geri dönemezsen, ya seni de götürürlerse?"

Kadının gözlerini kırpsa akacak yaşları gözünde bekliyordu. Jisung hafifçe eğilip annesine sarıldı. Kısa bir sarılmadan sonra geri çekildi.

"Korkma, sadece iş yerinde kalan bütün paramı alıp geleceğim. Belki evde kalan parayla birleştirip buradan kaçabiliriz." Bu söylediğine inanmayı o kadar çok isterdi ki. Sonunda işte sokaktaydı.

Caddede dolaşan iri gövdeli korkunç adamların yere bastıkça çıkardıkları bot sesleri bile onu ürkütüyordu. Bir bahaneyle onu şimdi yere yüzüstü yatırıp kafasına silahı dayayabilirlerdi.

Neyse ki caddeden çıkana kadar öyle bir şey olmadı, onun gibi bir kaç insan da tereddütle caddede yürüyor, iri adamlar kendi aralarında fısıldaşırken zararsızca bir yerlere giden insanları süzüyorlardı. Bu delici bakışlardan rahatsız olan insanlar -daha doğrusu ölüm korkusundan- dışarı çıkmıyorlar, perdelerinin arkadaşında sokakta olup bitenleri izliyorlardı.

Jisung başına bir bela gelmeden binaya ulaştı. O bir piyanistti, her şeyin normal olduğu bundan önceki zamanlarda burada piyano dersi verir ve pek de azımsanamayacak bir para kazanırdı. Çünkü piyani dersi olan çocukların çoğunun ebeveynleri iyi gelirli insanlardı. Zaten alt tabakanın bu tür şeylerle pek işi olmazdı.

Jisung kendi salonuna girdiğinde bir kaç gündür olduğu gibi içi burkuldu, çünkü içerisi bomboştu. Önceden o içeriye girdiğinde bir sürü meraklı göz üzerinde dolaşırdı. Jisung'a böyle merakla, baştan sona onu süzerek bakan tek kişiler öğrencileri değildi. O sokağa indiği an istemsizce gözler onu bulurdu.

Çünkü Han Jisung yakışıklılıktan daha ziyade güzel bir erkekti.

Düşüncelerinden sıyrılıp kilitli olan çekmecesini açtı. İçindeki bir miktar paranın hepsini alıp ceplerine koyduktan sonra son bir veda için boş sıralarda göz gezdirdi. "Seni burada görmeyeli uzun zaman oldu."

Arkasına döndüğünde Bayan Lia'yla karşılaştı. Uzun zaman sonra bir arkadaşı görmenin verdiği o tatlı hisle gülümsedi Jisung. Lia gerçekten tam bir hanımefendiydi. O ressamdı, diğer sınıfta resim dersi veriyordu. Buraya bir sanat okulu desek daha doğru olur. Jisung onun uzattığı elini memnuniyetle sıktı. Bir zamanlar Bayan Lia'dan gerçekten hoşlanıyor ve ona evlenme teklifi bile etmeyi düşünüyordu. Daha sonra Bayan Lia'nın zaten nişanlı olduğunu öğrendi.

Onu unutması, hislerini teker teker kalbinden söküp atması uzun sürmemişti. Belki de bu sadece bir hoşlantıydı. Jisung daha sonraları bunun evlenmek için yeterli bir sevgi olmadığını anlamıştı. Annesiyle babası yaklaşık 30 yıldır evliydi, Jisung 30 yılını tek bir insanla geçirebilecek miydi?

Bunu evlenme teklifi fikirlerine saplanmadan önce hiç düşünmemişti. Anlık hevesle verilmiş bir karardı. O yüzden Bayan Lia'nın nişanlı olduğuna sonraki zamanlarda şükretti. Yoksa gerçek anlamda aşık olmadığı biriyle evlenmiş olacaktı.

Hatta bazen kendini kadınların incecik bellerine, kırmızılar sürdükleri dudaklarına ve pürüzsüz bacaklarına hayranlıkla bakarken değilde, bazı erkeklerin nasıl bu kadar güzel olduklarını düşünürken buluyordu. Sonra bu düşünceleri tamamen bir kenara itti.

Karşısında ondan bir cevap bekleyen Bayan Lia gülümsüyordu. "Son paramı almaya geldim."

Sonra ona biraz yaklaşıp olabildiğince sessizce söyledi, yerin kulağı var derlerdi. "Eğer bir imkanını bulabilirsek buradan kaçmayı düşünüyoruz."

Bayan Lia o biraz geri çekilince onun yüzüne baktı, o da buna inanmıyor dedi içinden. "Umarım başarabilirsin Bay Jisung...sana hayatta başarılar dilerim. Eğer olur da sen buradan kurtulursan, gittiğin yerde benim için dua etmeyi unutma. Tanrı seni korusun."

Bayan Lia'da buradan bir çıkış olmadığını biliyordu. Yine de onu destekledi. Çünkü Jisung'un iyi bir şeyle duymaya ve desteklenmeye ihtiyaç duyduğu gözlerinden okunuyordu. Birbirlerine arkadaşça bir kaç şey söyleyip, içlerinde bir burukluk olmadan ayrıldılar.

Sonra caddede yürürken düşündü, bir zamanlar hoşlantı duyduğu bu kadını, hoşlandığı kadın olarak değil de çok iyi bir dost olarak hatırlamak istiyordu. Sonra karşı caddeden ters yönde yürüyen genci gözleriyle süzerek yoluna devam etti ve bunu fark etmedi bile.

Eve geldiğinde ailesi hâlâ o masada oturuyordu. Annesi eli kalbinde onu beklerken, onun kapıdan girdiğini gördüğünde içine serin sular serpildi. Jisung hemen masaya oturdu ve ellerinde kalan son paraları ortaya koyup saymaya başladı. Bu sırada babası da parayı nereye koyacaklarını düşünerek ayakta dolanıyordu.

Sonunda vitrine yaslı olan keman kutusunu alıp masaya götürdü. "Paraları buna koyalım, kimse bunun içinde kemandan başka bir şey olduğunu düşünmez. Eğer kaçarsak bir aramada bunun içine bakma gereksinimi duymazlar."

Jisung paraları saymayı bırakıp hepsini kutuya doldurdu. Keman kutusunu kapıya yakın bir yere koydular. Tekrar yuvarlak masanın etrafına toplandılar, sessizlik keskin bir bıçak gibi ortamı kesiyordu. Sonra bir tıkırtı duyuldu. Üstlerinde sallanıp duran avizenin ışığı sönmüştü.

Sokaktaki o kaba saba adamlar istedikleri her şeyi yapmakta özgürlerdi ve bunu sonuna kadar kullanıyorlardı. Şimdi de insanlara rahat yüzü göstermemek için bir bir binaların elektrik bağlantılarını kesiyorlardı. Jisung hemen telefona koştu ve çalışıp çalışmadığını kontrol etti. Çalışıyordu. İçinden aptallar, en önemli olan telefon bağlantısı değil mi diye geçirdi.

savaş ve barış  -minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin