Bir kaç gün sonra savaşın durulacağına kendini inandıran halk, kapıların zorla açılmaya başlanması ve insanların birer birer sokakta kurşuna dizilmesiyle bu umutlarından yavaş yavaş vazgeçmeye başlamışlardı.
Hiçbir şeyin iyiye gittiği yoktu. Karşı taraf her geçen gün daha çok acımasızlaşıyor, diğer taraf ise zayıflıyordu. Kaçabilenler çok şanslıydı. Kalanlar için hayat cehennemi andırıyordu. Kuzeyliler güney sokaklarında bağımsızlıklarını ilan etmişçesine özgürce yürüyorlardı.
İnsanlar sokakları haftalardır küçük perdelerinin arkasından izliyorlardı. Çoğu ev boşaltılmıştı. Daha doğrusu içinde yaşayanlar kurşuna dizilmişti.
Jisung perdenin arkasından sokakta silahın ucuna dizilen insanlara bakıyordu. Bunu görmek onu ne kadar üzse ve gözlerini her kapattığında bu sahneyi göreceğini bilse de izledi. Silahlardan biri ateş ettiğinde jisung kurşun sanki onun kalbine gelmiş gibi irkildi, içi en derinden burkuldu ve vurulan kişiye bakmaya cesaret edemeyip hemen gözlerini sıkıca yumdu. Arkasını dönüp pencereyi kapattığında sırtını duvara yasladı.
Sıra onlara geliyordu. Onun da ailesini böyle bir kaç kurşunla bitireceklerdi. Annesi, kız kardeşi ve küçük kardeşi, babası. Ve o hiçbir şey yapamıyordu. Yirmi dört yaşında bir gençti, sokaktaki silahlıların ondan küçük olduğu belliydi ama jisung onlara karşı gelemiyordu.
Sanki zihninin ağırlığı vücuduna inmiş gibi duvarın dibine oturdu bir süre. Salondaki ailesinden hiç ses gelmiyordu. Hepsinin de korkudan tir tir titrediklerini biliyordu. Bu çaresizliğe dayanamayarak ağlamaya başladı. Her an onların da kapıları sertçe vurulmaya başlanabilirdi ve bu hiç de geç gibi görünmüyordu.
Ve korktuğu başına geldi. Kapı bir anda vurulmaya başlandı. Jisung hemen salona koşup ailesine baktı. Hepsi ayağa kalkmıştı. Annesi ağlamaya başlamıştı, kız kardeşi ise küçük kardeşine sarılıyordu. Jisung annesine sarıldı, kapı hâlâ gürül gürül çalınıyordu.
O sırada babasının kapıya gittiğini gördü. Annesine bırakıp kapıya giden babasına koştu ve onu durdurdu. "Ben açacağım."
Babası hemen onun kollarını tuttu. "Olmaz! Seni öldürürler, çok gençsin."
Jisung babasının dolan gözlerine baktı. Kapıyı onun açmasına izin veremezdi. "Sen paraları al, belki kamptan kaçmanın bir yolunu bulursunuz."
Babasına sarılıp onu bıraktı ve kapıya yöneldi. Kilidi çevirip kapıyı açtığında üç adamla karşılaştı. Baştan sona siyah giyinmişlerdi. İtiraf etmeliydi ki sokakta yürürken bu kadar ürkütücü görünmüyorlardı. Silahlar ona doğrultulduğunda sokaktakilerin çığlıkları ona daha anlamlı geldi.
Adamlardan biri onu itip içeri girdi. Jisung'un babasına yaklaşıp onu eliyle bir kenara ittikten sonra çekmece ve dolapları alt üst etmeye başlamıştı. Jisung yere düşen babasına bakakaldı. Onu yerden kaldırmaya yeltendiğinde askerlerden diğeri onun kafasına silahlı dayayıp tetiği çekti.
"Bir adım atarsan beynini parçalarım."
Jisung olduğu yerde dönüp kalırken kalbi hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu. Gerçekten de ölürken böyle korkar mıydık, yoksa öldüğümüzün farkında olmaz mıydık? Canımız yanar mıydı ölürken? Ya da uykudaymış gibi, bir anda bu hayattan yok mu olurduk?
Adam her yeri karıştırıp bir şey bulamayınca sinirle jisung'un babasını omzundan tutup kaldırdı. Diğer asker de annesi ve kardeşlerini önüne alıp hepsini merdivenlerden sokağa indirdiler. Sokağa indiklerinde pencereden baktıklarında görünmeyen insan yığınıyla karşılaştılar. Jisung bu görüntüyü asla unutamayacağını biliyordu. Bir sürü insan ve hepsi ölü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
savaş ve barış -minsung
Fanfiction1950-1953 Kore Savaşı'nda toplama kamplarında Dora kampının 2. bölümünden sorumlu komutanlardan biri olan Lee Minho ve herkes gibi evinden bir anda alınıp bu kampa getirilen Han Jisung. ©minhosdori sept.28, 2021