Güneş ilk ışıklarını gösterirken jisung yattığı yerden dışarıda ötüşen kuşları dinliyordu. Burada duyabildiği tek güzel ve iç açıcı ses kuşların sesi olduğu için sabahları kimse uyanmadan gözlerini açıyor, kulübenin tahtadan tavanına bakarak kuşları dinliyordu.
Kulübede yaklaşık 10 kişi vardı. Jisung'un sağında ve solunda insanlar uyuyordu, o yüzden uyandığında diğerlerini rahatsız etmemek için ayağa kalkamıyordu. En kısa zamanda birinden yer değiştirmek için izin almayı planlıyordu. Mümkünse kapıya yakın bir yer istiyordu , dışarıdaki asker uyuyakalır ve ben de kaçarım umuduyla yaşıyordu.
Samanların üzerine atılan bahtaniyelere yatak diyorlardı. Yatak bile olmasa da jisung buna şükrediyordu, saman bile olsa geceleri beli yumuşak bir yere kavuştuğu için şükrediyordu.
Buraya getirilmesinin üzerinden dört gün geçmişti. Getirilen herkese bir hayvan muamelesi yapılıyordu, en pis işler yaptırılıyordu.
Neyse ki jisung hâlâ birinin gözüne ilişmemişti. Ailesinden hiçbir haber alamamıştı. Geceleri gözlerini her yumduğunda hayalinde ailesi canlanıyordu, beraber kahvaltı etmeleri, küçük kardeşini okula götürmesi ve kız kardeşinin onun için ördüğü yün kazaklar. Hepsi bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu.
Biraz sonra dışarıda kaba adım sesleri duyulmaya başlamıştı. Asker uyanmıştı. Dışarıdaki hareketliliği fark eden jisung hemen gözlerini yumdu. Az sonra lee minho denen komutan kapıyı büyük bir gürültüyle açacak ve elindeki kısa demir çubukla kapıya vurarak onlara kalkmalarını emredecekti.
Jisung gözlerini yumup onun kapıyı sertçe açmasını ve kapıya vurarak korkunç derecede sert sesiyle bağırmasını bekliyordu. Onun uyumadığını görmesini istemiyordu, çünkü tilki gibi bir adamdı ve her şeyden şüpheleniyordu.
Sabah kamptakiler uyandıktan sonra onları dışarı çıkarmadan önce üzerlerini arıyor, bir emrini yerine güzelce getirmeyene akşam yemek vermiyordu. Ki buna yemek bile denmezdi, bir ekmek ve su.
Ve jisung , lee minho'dan nefret ediyordu.
Dışarıda ayak sesleri olmasına rağmen kapı hâlâ açılmayınca jisung gözlerini açıp etrafa bakınmış, yanındaki gençle göz göze gelince bir anlık ürküntüyle yerinden sıçramıştı. Yanındaki genç onun ürküp çığlık atmasından ve kulübeyi ayağa kaldırmasından korkarak elini jisung'un ağzına kapatıp biraz üzerine eğilmek zorunda kalmıştı.
"Noluyor neden korkuyorsun hiçbir şey yapmadım!"
Jisung ona kocaman bakan gözler yüzünden daha da gerilip gencin elini ısırarak çığlık atmıştı. O sırada kapı büyük bir gürültüyle açılmış ve kapıya demirle vurulmaya başlanmıştı. Minho'nun gözleri hemen biri diğerinin üzerinde olan iki gence takılmıştı.
"Hey siz ne yapıyorsunuz orada!" Minho kollarını arkada birleştirip ikilinin ayaklarının dibine yürümeye başlayınca genç jisung'un üzerinden korkuyla kendini yan tarafa atmıştı. Minho'nun kaba botlarının sesi bile korkunçtu. Jisung ayağa kalkacağı sırada minho botunun ucuyla onun eline basmıştı. Jisung acıyla inlerken minho ayağını onun elinin üzerinden çekmişti.
Jisung sızlayan elini tutup kendine çektiğinde gözleri acıdan yaşarmıştı. Karşısındaki adam acıma duygusu söküp alınmış gibi onlara bakıyor ve bakışlarıyla jisung'un tüm cesaretini buz gibi eritiyordu.
"Napıyorsunuz burda, sabah işi mi?"
İkisi de minho'nun ne demek istediğini anlamazken boş boş ona bakıyorlardı. Minho dizlerini kırıp jisung'un yanına eğilmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
savaş ve barış -minsung
Fanfiction1950-1953 Kore Savaşı'nda toplama kamplarında Dora kampının 2. bölümünden sorumlu komutanlardan biri olan Lee Minho ve herkes gibi evinden bir anda alınıp bu kampa getirilen Han Jisung. ©minhosdori sept.28, 2021