Hwa'nın ölümünün üzerinden yaklaşık üç gün geçmişti. O günden beri jisung içinde hâlâ canlı tutmaya çalıştığı, koruyup büyütmek için sakladığı umudunu da kaybetmeye başladığını hissediyordu. Artık ailesini bulma, yeniden o küçük apartmanlarında bir arada yaşama gibi umutlarından vazgeçiyordu.
Jeongin'le gün geçtikçe daha çok samimi olmaya başlamışlardı. Geceleri herkes yorgunluktan uyuyakaldığında jeongin ve jisung birbirlerine eski hayatlarını anlatıyorlardı. Şans eseri jeongin'le jisung aynı semtte yaşadıklarını öğrenmişlerdi. Daha önce birbirlerini görmüşlerdi büyük ihtimalle ama tanışmamışlardı.
Jeongin kendine jisung gibi samimi ve hayat dolu birini tanıyamadığı için hayıflanıyordu, jisung ise jeongin gibi pırıl pırıl bir genci fark edemediği ve hayat onları o küçücük mahallelerden birinde buluşturmadığı için.
Jeongin'in ailesi sokakta kurşuna dizilenlerden biriydi. Laf lafı açmıştı ve konu buraya gelmişti. Jeongin'in baştan beri ailesinden hiç bahsetmemesinin sebebi onların çoktan ölmüş olmasıydı ve bu gerçeği kabullenemiyordu.
Jisung onun da ailesinin kayıp olduğunu ve jeongin'in de kendisi gibi onları bulma umuduyla yaşadığını düşünüyordu. Konunun buraya gelmesine sebep olduğu için pişmanlık duyarak ona dostça sarıldı, bir kaç saniye ona sıkıca sarılıp ayrıldı.
"Özür dilerim, sana bunu hatırlatıp canını sıkmak istemezdim."
Jeongin buruk bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Unuttuğum bir an yok ki, en çok da annemin sıkıntılı anlarımda bana sarılıp beni teselli etmesini özledim. Babamla aramız pek iyi değildi ama annem benim en yakın arkadaşımdı."
O böyle anlatmaya devam ederken jisung biraz ötede birbirleri arasında bir şeyler fısıldaşıp gülüşerek yürüyen komutanları gördü. Hepsinin de keyfi yerindeydi. İçlerinden biri de onların kampından sorumlu olan lee minho'ydu. Gözleri onun üzerinde dolaşmaya başlayınca hemen bakışını oradan çekmişti. Bu adamda onu tedirgin eden bir şeyler vardı.
Jisung bir yandan jeongin'in ağlamaklı sesini dinlerken bir yandan onların gülüşüp şakalaşarak yürüdüklerini gördüğü için onlardan bin kat daha fazla nefret etmişti.Çünkü tam yanı başında hayatının baharında bir çocuk onların hevesleri yüzünden buraya tutsak olmuştu ve belki de hayatının en güzel demleri burada solup gidecekti. Büyük ihtimalle kenisine de olacağı gibi.
Jeongin artık susmuştu. Jisung ona bir kere daha sarıldı ve ne zamandan beri burada olduğunu sordu. "Savaşın ilk zamanlarından beri buradayım, sanırım yaklaşık beş ay oluyor."
Jisung şaşkınlıkla ona baktı. "Gerçekten buna beş aydır katlanıyor musun? İnanamıyorum. Sen gerçekten daha dayanıklısın, ben şimdiden ucunda ölüm olsa bile buradan kurtulmak istiyorum." Jeongin gözlerindeki yaşları ve sildi güven verici bir şekilde gülümseyip onun kulağına yaklaştı. "Sabret, bu savaş çok yakında bitecek."
Bu kesinlik yüklü kelimeler jisung'u hem biraz tedirgin etmiş hem de bunun gerçek olabileceği ihtimali içine soğuk sular serpmişti. Kekelemesine engel olamayarak sordu. "Sen nerden bilebilirsin ki, ve nasıl bu kadar eminsin?"
O sırada iki iri yarı botun onların önünde durduğunu gördüler ve ikisi de oturduğu yerden yukarı baktılar. Lee minho rütbeli olmanın verdiği olağanca güç ve havasıyla onlara yukarıdan bakıyordu. "Siz ikiniz ne fısıldaşıp duruyorsunuz?"
İkisi de ayağa kalkıp üstünü silkelerken karşılarındaki sinir bozucu adam onlara bakmaya devam ediyordu. "Konuşmanın yasak olduğunu bilmiyorduk."
Jisung kendinden emin bir şekilde söylerken onun yüzüne nefretle baktı. Fakat onun bakışları o kadar keskindi ki jisung sanki vücuduna iğneler batıyormuş ve birileri onu kaçmaması için tutuyormuş gibi hissetti. İçindeki bu iğreti his bütün vücuduna yayılıyordu.
Jeongin jisung'un nasıl bu kadar cesurca ona cevap verdiğini anlayamamış ve korku dolu bakışlarıyla minho'nun kaba saba ve hafif yüksek tabanlı askeri botlarını inceliyordu.
Minho bir adım daha atarak jisung'un dibinde durdu ve işaret parmağıyla onun çenesini yukarı kaldırdı. Jisung ne kadar korkmuyormuş gibi davransa da şimdi tüm bedeninin titrediğini hissediyor ve nerden geldiğini bilemeyeceği bir darbeyle yığılıp kalacakmış gibi hissediyordu.
Ona karşı nasıl böyle olabildiğini düşünüyor ve aklına gelen tek şey hwa'yı vurmak zorunda olduğunda onun titreyen eli oluyordu. Minho da diğerleri gibi cani ve acımasız bir kuzey askeriyse neden hwa'yı vurmak ona zor gelmiş ve eli istemsizce titremişti ki? Sonuçta bu kampta her gün bu ve bu tür olayların benzeri onlarca kez oluyordu.
Jisung'un güvendiği an işte o andı, onun biraz da olsa diğerleri kadar kötü olamayacağına kendini inandırmak istemişti fakat şimdi karşısında ona sanki bakışlarıyla her şeyi yaptırabilecek adam ve Hwa'yı vurmak zorunda olduğunda eli titreyen adam aynı kişiler mi diye düşünüyordu. Hızlıca düşündü ve karar verdi, aynı kişilerdi. .
"Senin dilin fazla uzun." Minho onun yüzünü rahatsız edecek derecede dikkatle incelerken devam etti. "Benim görevim ise onu kısaltmak." Gözleri dudaklarının üzerinden geçerken kelimelerin üzerine basarak devam etti. "Ya da tamamen yok etmek."
Jeongin olan biteni kavrayabilmek adına kenarda korkudan sinmiş bir şekilde arkadaşının çenesini tutan minho'ya bakıyordu.
"Anladın mı?"
Jisung bunu daha fazla uzatmamak adını başını evet anlamında salladı. Minho elini onun ensesindeki saçlarına atıp sertçe mırıldandı. "Duyamadım?"
Saçlarına dolan parmaklar yüzünden biraz canı yanan jisung gözlerini acıyla kapattı. "Anladım!" Minho bu cevap üzerine elini oraya nasıl bir anda attıysa o şekilde aniden geri çekti.
Minho elini onun üzerinden çekip bir zafer kazanmış gibi gülümserken Jisung ileriden bir kaç askerin ceset torbasıyla beraber onlara doğru yürüdüğünü gördü.
O an kalbi sanki kötü bir şey olduğunu önceden hissetmiş gibi sızladı. Askerler onların yanından geçerken Jisung korkuyla askerlerin götürdüğü kişiye baktığında çığlığından kulakları sağır olmuş gibi , sadece kendi sesini duyarak oraya koştu.
"Baba!" Askerler onu hiçbir şekilde umursamadan yollarına devam ederken Jisung peşlerinden koşuyor ve sesi çıktığı kadar bağırarak ağlıyordu.
Gözyaşlarından etrafı göremez hale gelse bile onların arkasından koşuyor, bacaklarından güç alamıyordu. Jeongin'in gözleri de hızla dolarken arkadaşının peşinden koştu.
"Baban uyan nolur! Ben burdayım, bak bulduk birbirimizi , ama sen şimdi gidersen nasıl evimize döneriz!" Jisung hıçkırarak son bir kez babasına dokunmaya çalıştığında askerlerden biri ona sert bir tekme atarak yere düşürdü.
Jisung karnına yediği darbeyi hissetmemişti bile. Şimdi kalbinin sızısı bütün bedenine nüfuz etmeye yetiyordu. Şuanda başka hiçbir acıyı hissedemeyecek kadar canı yanıyordu. "Baba böyle gitmemelisin.."
Minho Jisung'a yapılan hareketi gördüğünde beyninde ona durması gerektiğini söyleyen seslere bir anlığına sağır oldu ve neden yaptığını bilmeden ona tekme atan askerin adını sertçe seslenerek onları durdurdu.
Jisung diz çökmüş bir şekilde hıçkırarak ağlarken onların durduğunu gördüğünde o gücü nerden bulduğunu bile bilemeyerek onlara koştu, işte babası buradaydı. Sonunda ailesinden birini bulmuştu, babasını.
Ama sadece bedenini.
Onunla geçirdiği bütün zamanlar gözlerinin önünden film şeridi gibi geçip giderken omuzlarından tutup onun üzerine yaslandı. Bu acı hiç dinmeyecek gibiydi. Jeongin buna daha fazla dayanamayarak ağlamaya başladığında Jisung'un yanına oturdu ve kollarını ona doladı. "Çok üzgünüm Jisung, çok üzgünüm dostum."
Bütün bu olup bitenleri kenardan izleyen Minho, Jisung'un acı çığlıklarını uzun bir süre unutamayacağını biliyordu. Kalbinde taş gibi bir ağırlık hissederek geriye dönüp oradan uzaklaşırken Jisung'un hıçkırıkları giderek uzaklaşıyordu. Sesler gittikçe azalıyordu.
Fakat Minho'nun kalbindeki sesler, Jisung'un sesi artık duyulmaz hâle geldiğinde duyulmaya başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
savaş ve barış -minsung
Fanfic1950-1953 Kore Savaşı'nda toplama kamplarında Dora kampının 2. bölümünden sorumlu komutanlardan biri olan Lee Minho ve herkes gibi evinden bir anda alınıp bu kampa getirilen Han Jisung. ©minhosdori sept.28, 2021