"Çok acıktım."
Jeongin elleri karnında bir şekilde otururken jisung'a bir şeyler söylüyor, ilgisini çekmeye çalışıyordu ve en son söylediği şeyle bunu başarmıştı. Uzandığı yerden kalkıp o da oturur bir pozisyona gelmiş ve karnını ovalamıştı.
"Ben de. Bugün kuru bir parça ekmek bile getirmediler."
Jeongin içinde bulundukları durumun zorluğu ve sefilliğini en derinlerine kadar hissederken gülmeye başladı. Gülerek kendini geri bıraktı. Jisung onun kahkaha sesleriyle aç olduğunu bir anlığına unuttu ve kahkahaları birbirine karıştı. O da aynı şekilde onun yanına uzandı ve birlikte kasvetli bulutlara baktılar.
Kahkahaları yavaşça sönerken jeongin midesinde açlıktan dolayı oluşan rahatsız edici hisle yan tarafına döndü. Jisung'un onun bu halini görmesini istemiyordu. Daha sonra duyduğu hıçkırıklarla açlığını unutup jisung'a döndü.
"Jisung, o kadar çok mu açsın?"
Jisung cevap vermeyip içli içli ağlamaya devam ediyordu. Dizlerini son gücünü buna harcıyormuş gibi ağır bir şekilde kendine çekip kollarını dizlerine dolamıştı. Soğuktan ve daha önce elinin hiç değmediği şeyleri ellemek yüzünden bakımsız görünen elleri, bu haliyle bile çok güzellerdi.
Jeongin onun cevap vermeyeceğini anladığında onun karşısına uzandı ve o ağlarken toprağa düşen gözyaşlarını seyretti. Jisung ona hâlâ geçen gün neler olduğunu anlatmamıştı. O da üzerine gitmek istemiyordu.
Jisung üzerindeki gözlerin farkındaydı ama farkında olduğu belli olursa açıklama yapmak zorunda kalacağını biliyordu.
"Hadi çeşmeye gidelim."
Jisung buna da cevap vermeden uzanmaya devame etti. Sandığının aksine jeongin ona bir şey sormayacaktı. Jeongin ondan büyük olmasına rağmen çoğu zaman kendini onun babası gibi hissediyordu. Bu histen hiç şikayetçi değildi. Jisung içindeki çocuğu asla büyütmeyen biriydi. Jeongin onu kamp dışındaki hayatında da tanısa onu çok seveceğinden emindi.
Ne kadar dışarıdan çocuk gibi görünse de içi de o kadar olgundu. Çoğu zaman, hatta her zaman yüzü dalgın ve düşünceliydi.
Jeongin ona bakarak onun ne düşündüğünü tahmin etmeye çalışmayı çok severdi. Jisung ona bazen annesinin yemeklerini tadını hatırlamaya çalıştığını söylerdi, bazen ise piyano okulundaki anılarından birini düşündüğünü.
Jeongin üzgün olduğu zamalarda ona kendi bestelerinden parçalar mırıldanır, jeongin gözlerini kapatıp onu piyanonun başında hayal ederdi ve gözlerini açtığında onu gururla alkışlardı. Böyle anların sonunda genellikle jeongin uyurdu, jisung ise piyanousnun başına bir daha asla oturamayacığını düşünüp ağlardı. Yine de jeongin çok sevdiği için o istediği zamanlarda piyanosundan ve piyano okulundan bahsediyordu.
Bunun onu üzmek yerine içine umut doldurmasını umuyordu her anlatmaya başlayışında. Sonuç her zaman kırmızı minik bir burun, ıslak yanaklar ve yanan gözler oluyordu.
O haldeyken bile ne kadar güzel olduğunu düşünen bir çift gözün onu uzaktan izlediğinin farkında olmadan.
Yine böyle soğuk ve ruhsuz bir gecede, saatin kaç olduğunu bile bilmedikleri, zaman algısının nerdeyse sıfıra indiği bir gecede jisung saman yığını yatakta yatarken jeongin onu izleyip aklından neler geçtiğini tahmin etmeye çalışıyordu. Sonra aklına gelen fikirle yerinden doğrulmuş ve jisunga ne düşündüğünü sormuştu.
Jisung ise gayet ciddi bir ifadeyle bakıp yemek kaşığının ön tarafının yüzümüzü neden ters gösterdiğini arka tarafının ise neden düz gösterdiğini düşündüğünü söylemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
savaş ve barış -minsung
Fanfiction1950-1953 Kore Savaşı'nda toplama kamplarında Dora kampının 2. bölümünden sorumlu komutanlardan biri olan Lee Minho ve herkes gibi evinden bir anda alınıp bu kampa getirilen Han Jisung. ©minhosdori sept.28, 2021