Gemiler gerçekten batmamak için mi demir atar yoksa o sonsuzluğun ortasındaki bilinirliğe sığınmak için mi? Gülün üstündeki dikenler sadece dışarıdakini mi acıtır yoksa aslında kalbine saplanmış hançerleri mi temsil eder? Kar aslında içindeki yangının ölümünü örten bir kefen midir?
***
Tarih: 5 Mayıs 2013
Yer: Çocuk Mezarı
Derin ve huzurlu uykumdan babamın bağırtısıyla endişe içinde kalkmış, kalbim ağzımda bir şekilde koşarak onların odasına gitmiştim. Gözlerim şaşkınlıktan büyürken ne olduğunu kavramaya çalışıyor, uykudan yeni kalkmış olduğum için çatallı bir sesle, nefes nefese, "Ne oldu?" diye soruyordum. Babam bir yandan annemi giydirmeye çalışırken gür bir sesle, "Hazırlan, acile gidiyoruz." dedi. Tekrardan odama koşup üstüme rastgele bir eşofman takımı geçirirken titreyen ellerime hükmetmekte zorlanıyordum. Telefonumu şarjdan çıkarıp hırkamın cebine sıkıştırdım ve telaşla babamın yanına gittim. Daha on üç yaşında, lise bire giden bir çocukken olayları idrak etmekte zorlanıyor, boğazıma takılan yumrunun sebebini çözemez bir vaziyette onu yutmaya çalışıyordum.
Hastaneye vardığımızda saat gece ikiydi. Annemin her zamanki gibi vertigo ya da migren krizlerinin tuttuğunu düşünmüş, bana bu korkuyu yaşattığı için, endişelerimi sona erdirmek adına ona içten içe öfkeleniyordum. Öfke ve endişenin karışımıyla kaşlarım çatık bir şekilde etrafımı izlerken annemin doktora "Hissediyorum, lütfen beni tomografiye alın." dediğini duydum. Neden tomografi çektirmek istediğine anlam veremezken doktor ona, "Nuray Hanım herhangi bir sorun yok merak etmeyin. Sadece tansiyonunuz biraz düşmüş. 1-2 saat serum aldıktan sonra bir şeyiniz kalmaz." dedi. Doktorun üstündeki koyu mavi üniformaya hâlsiz bir şekilde bakan annem, "Ölürsem sebebi siz olacaksınız. Beni tomografiye alacaksınız hem de hemen." diye sesini yükseltmesiyle öksürük krizine girdi. Doktor annemi sakinleştirmek istercesine, "Serumdan sonra kendinizi iyi hissetmezseniz sizi derhal tomografiye alacağıma söz veriyorum. Önce lütfen endişelenmeyi bırakıp dinlenmeye çalışın. Tomografi makinesi şu anda çalışmıyor. Sabah 7 gibi çalışmaya başlar." dedi.
Annem serumun etkisiyle sakinleşmişti ve biz de sabah dörtte hastaneden çıkmıştık. Mayıs ayında olmamıza rağmen hava oldukça soğuk ve kasvetliydi. Buğulanan araba camlarından dışarıyı, boğazıma dizilmiş göz yaşlarımla inceliyordum. Annemin iyi olmadığını ve sadece ilaçların etkisiyle uyuşturulduğunu hissedebiliyordum. Eve vardığımızda ellerimden hastanenin kirini arındırmak için kendimi lavaboya atmıştım. Ellerimi musluğun altında, derimi kazırcasına yıkarken tırnaklarımın diplerine kadar bulaşmış olan hastanenin kirini söküp atmaya çalışıyordum. Lavabodan çıktığımda annemin benim yatağımda uzandığını gördüm. "Eftalya..." diye fısıldadı. Sesi güçsüz ve uyuşuk çıkıyordu. "Okuldan gelince sana köfte yapacağım. Bana mutlaka hatırlat olur mu?" Yutkundu.. "Yapamazsam dolapta yeşil fasulye yemeği var." Elini elinin üstüne koyup kendi elini sıktı "Elimi mi tutuyorsun? Ben de seni çok seviyorum balım." Gözlerim istemsizce dolarken boğuk ve çatallı sesimle kendimi korumaya alarak "Anne saçmalama. Kendi elini kendin tutuyorsun. Beni korkutmaya mı çalışıyorsun?" sesimin arkasındaki güçsüzlüğü ve endişeyi saklamaya çalışmıştım. "Senin yüzünden okula uykusuz gideceğim. Of!" diye sitem ederek yeni ütülenmiş okul formalarımı ütü masasından almak için odanın çıkışına yöneldim. O sırada annem, "Hayır bu... bu senin elin. Sen gelince birlikte uyuruz balım. " diyerek kendi eli olduğuna inanamaz bir hâlde ellerini incelemeye başladı. Acıyla babama seslendim ve o odaya gelir gelmez orayı terk ettim.
Ucunda ölüm kalım bile olsa beni her gün annemin okula götüreceğine inanırken onun yerine babam beni hızlıca okula sürmüştü. Okula ilk defa bu kadar erken gidiyordum ve sınıfta da tek olacağıma emindim. Bu düşünce, içimde belli belirsiz olan anksiyetemin artmasına sebep olmuştu. Sınıfa önce, en yakın arkadaşlarım girdiği için kendimi şanslı görmem sadece birkaç dakika sürmüştü. Gelen arkadaşlarım bana doğru dürüst selam bile vermezken yerlerine yerleşip uyuklamaya başlamışlardı. O sırada yan sınıftan Gonca geldi ve "Naber kız." diye neşeli bir sesle sordu. İçimde ne zaman ve nasıl tutuştuğunu anlayamadığım yangın gözlerime vurunca "İyi misin?" diye sordu. Zihnimin köşesinde, bir müzik kutusunun içinde dizlerini kendine çekmiş bir şekilde oturan siyah kuğu "Bilmiyorum..." "O iyi olacak mı?" diye fısıldadı. Sesi çaresiz çıkmıştı. Ona elimi uzatmaya çalışırken Gonca bana bir kez daha seslenerek beni uyandırmayı başarmıştı. "Neyin var? Bir sorunun varsa bana anlatabileceğini biliyorsun değil mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kasımpatı Mezarlığı
RomanceO sonbahar günü ilk defa bir şey değişmişti. Gökyüzünde, bütün canlılar adına bir isyân fırtınası kopmuştu, şafak bir ölümle sökmüştü. Ölüm, sonsuz karanlığı getirmişti. Bir kız çocuğu ölmüş, ruhu müzik kutusuna hapsedilmişti. Tarih: 1 Ekim 2013 Ye...