{ Kıskançlık }

68 13 38
                                    

İyi okumalar...~

YarımSmut gibi birşey var. Rahatsız olacaksanız * işaretinden sonrasını okumayınız. 2 tane koydum. Biri başlangıç diğeri bitiş!

Telefondan saate baktım. Nerdeyse saati dolduracak kadar burdaydım. Evdekiler beni merak etmiş olmalıydılar. Ayağa kalktım. Telefonu cebime koydum ve sigara kötüklerini kutusuna koydum. Eğilip mezar taşına dudağımı bastırdım ve doğruldum. "Şimdi gidiyorum ama yakında yine geleceğim merak etme" gülümsedim. Pantolonun arkasını çırptım ve yere bıraktığım kaskı elime aldım. Elimdeki yara acıyınca tısladım. Çok derin kesmemiştim ama acıyordu. Mendil bütünlüğüyle kan olmuştu. "Sikeyim bir bu eksikti" mendilden kan damlıyordu artık. Diğer elimle zorlanarak kaskı taktım ve motora oturdum. Motorun kontağını çalıştırdım ve tek elimle sürüp mezarlıktan çıkmaya başladım. Elimin acısı koluma yayılıyor, canımı yakıyordu. Böyle eve gidemezdim. Evin yolundan direksiyonu kırıp hastaneye taraf sürdüm. Şehirin ışıkları yolu süslerken arkamdaki araba kornaya bastı. Aynadan baktım. Jungkook'un arabasını görmemle kaşlarımı çattım. Bunun ne işi vardı burda?

Işıklarını yakıp söndürdü. Motoru sağa çekip durdurdum ve beklemeye başladım. Arabasını yanımda durdurdu. Kaskın şüşesini kaldırdım. Penceresini indirdi ve bana bakarak "Nereye gidiyorsun?" sorduğun da "İşim var halledip eve döneceğim. Sen niye burdasın?" yalnışlıkla yaralı elimi yukarıya kaldırdım. Gözlerini elime diktiğin de hemen indirdim. "Hastaneye gitmem gerekde bi yakınım hastalanmış. Eline ne oldu?" çatık kaşla sordu. "Birşey yok. Bende hastaneye gidiyordum. Neyse görüşürüz" kaskın şüşesini indirdim ve gaza köklenerek arabasını geçtim ve hastaneye taraf sürdüm. Arkamdan geliyordu. Umursamadım ve devam ettim. Hastane ışıkları gözüme çarptığın da motoru park ettim ve elimin acısını es geçip iki elimle kaskı çıkardım. Tısladım. Kaskı yerine bırakıp vakit kaybetmeden içeriye girdim. Danışmanda oturan kadına yaklaştım. "Merhaba. Benim elim yaralandı da baktırmaya gelmiştim" acıyla yüzümü buruşturdum.

"Merhaba efendim. Acil de nöbetçi doktorumuz bulunmakta. Bu taraftan" eliyle yönlendirdiğin de başımla onaylayıp teşekkür ederek acile taraf adımladım. Kapılar otomatik açıldığın da hemen içeriye girip hemişirenin yanına gittim. "Merhaba ben yarama baktıracaktım. Görevliler beni buraya yönlendirdi" sakit tonta söyleyince kısa saçlı hemşire "Merhaba efendim. Siz oturun hemen doktoru yanına yönlendireceğim" eliyle hasta yatağını gösterdi. Başımla onaylayıp yatağa oturdum. Elimdeki mendili açmaya çalıştığım sürede benden uzun ve beyaz önlük giymiş birisi önümde durdu. Yüzüne çevirdim bakışlarımı. Esmer tenli ve oldukça yakışıklı doktordu. Yakasındaki kartta Jung Hoseok ismi yazılıydı. "Merhaba ben nöbetçi doktor Jung Hoseok. Nasıl yardımcı ola bilirim?" samimi gülümsemesini bana sundu. Adamın kokusu beni benden alıyordu. Öksürdüğün de bakışlarımı ondan çektim.

"Elim kesildi. Galiba derin" elimi ona uzattım. Hımlayıp elimdeki mendili kaldırdı. Kaşlarını kaldırdığın da avcuma baktım. Karanlıkta pek görememiştim ama bayağı derin kesmiştim. Elimden hala oluk oluk kan akıyordu. Kaşlarını çattı ve mendili yanına doğru çektiği alet masasına bıraktı. "Dikiş atmamız gerekecek" pamuğu etanole batırarak elimi temizlemeğe başladı. Acıyla yüzümü buruşturduğum da "Nasıl oldu bu?" diye sordu. Odağımı dağıtmaya çalışıyordu galiba. "Kesilmesi gerekiyordu bende kestim" sabit yüz ifadesiye söylediğim de yüzüme baktı. "Kendine zarar verdin yani?" işine devam etti. "Aslında hayır. Sadece bu günlük öyle gerekti" adam biraz daha eğildi. Kokusu burnuma geldiğin de rahatladığımı hissettim. Kiraz çiçeği ve deniz gibi kokuyordu. Sakinleştiriyordu insanı. Ellerinin sıcaklığı titreyen bedenimi sanki himayesi altına almıştı.

"Dikiş atacağım şimdi. Acıtırsa söyle olur mu?" başımı olumlu anlamda salladım. İğneyi eline alıp yanıma oturdu. Yüzüme bakıp tebessüm ederek bütün odağını elim haline getirirken benim bütün odağım doktordaydı. Beni kendine hipnotize etmiş gibiydi. Dolgun dudakları ve minik burnu. Çekik gözleri bile ayrı güzeldi. Gözleri sanki renk değiştiriyor, kahveyi rengiyken sarıya, sarıdan kırmızıya dönüşüyordu. Çok güzeldi. "Adın ne?" diye sordu ummadığım bir anda. İrkildiğim de derime giren iyneyle acıyla inledim. "Ah üzgünüm. Kıpırdatma elini" temkinle söyleyip gözlerime çıkardı sarılıklarını. "Taehyung. Kim Taehyung" yutkundum. Tebessüm etti. Çok güzel gülüyordu bu adam. "Hmm peki yaşın kaç?" iğneyi etime batırıp çekerken "20" dedim ve elime baktım. Nerdeyse bitiriyordu. Peki neden bitirmesini istemiyordum? "Anladım daha gençsin demek"

Freaks | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin