uçağının motoru ile uğraşıyorum saatlerdir. ellerim, kıyafetlerim hatta yüzüm bile yağ ve kir içinde. sorunu çözmek zorundayım, bu yüzden kimseyi yaklaştırmadım yanıma, kimse yok tamirhanede sen hariç. sende uzaktan izliyorsun beni. birkaç kez yanıma gelerek beni rahatlatacak şeyler söyleyip beklemeye devam ediyorsun. beni izlediğini bilmek istemsizce dizlerimi titretiyor. birkaç dakika sonra adım seslerini duyuyorum. sağıma veya soluma geçmiyor, nefesin enseme gelecek şekilde duruyorsun. o an tam neşteri ile yanlış damarı kesen doktor gibi elimdeki tornavida yakıt taşıyan ana borulardan birini delerek içerisinde hareket halinde olan yakıtı üzerimize sıçratıyor. beyaz tişörtlerimiz, yüzlerimiz, yer ve batabilecek her yere sıçratıyor. yanımdaki alet masasına attığım bezlerden bir kaçını sızdıran boruya bastırmış, ardından hala arkamdaki konumunu bozmamış olan sana çevirmiştim kafamı. batan güneşin turuncu ışıkları tavan kısmındaki camlardan üzerimize düşmüş, muhtemelen benim panik halindeki telaşıma gülümseyen dudakların arkamı dönünce değen burunlarımız yüzünden ciddi bir hal almıştı. gözlerin yüzümdeki her bir noktayı dolaşırken nefesimi tutuyordum. 'beni sevmiyor, üzerime iddiaya girmiş.' diyorsun bir çırpıda ve devam ediyorsun 'var olduğunu sandığım duygularımla oynamış' diyorsun. yutkunuyorum ve 'nerden anladın?' diye soruyorum anlık bir cesaretle. 'bana senin gibi bakmıyor, na jaemin.' diyorsun. o an akan yağı bastırdığım bezlerin üzerindeki elim gevşiyor ve sanki hiç batık değilmişiz gibi biraz daha batmamıza izin veriyorum.