01

5K 323 120
                                    

yağmur, çamur ve mezar

yanağında hissettiği sızıya rağmen yürüdü. bahar yağmuru ayakkabılarının içine dolup ağırlaştırıyordu. ağlamadı, gözünden bir damla yaş bile akmadı. aksine gülümsüyordu. yüzünde kocaman bir gülüş onun yanında ise yanağında kocaman bir kızarıklık vardı. yolun onu nereye götürdüğünü bilmiyordu, veya nereye gitmek istediğini. sadece, yürüyordu işte.

kendine çarpan bedenle duraksamak zorunda kaldı. ayakabılarınla çamur sıçraması umrunda değildi ama yere düşmüş çoğu yeri çamur olmuş çocuk umrunda sayılırdı.

"sikeyim ya. üstüm başım battı. hey çocuk, yürümeyi bilmiyor musun sen?"

"kusura bakmayın. yardımcı olayım."

kolunu ittiren çocuk hakkında tek düşündüğü şey kaba olduğuydu.

"gerek yok. başkalarına çarpamasan iyi edersin. dayak bile yersin."

dayak bile yerim... yetmemiş miydi dünyanın ona attığı tokat. dahası mı vardı. canını yakmasına rağmen niye artık durmuyordu zalim dünya.

hafifçe gülümseyip kafasını salladı. ıslak, çamurlu yolda sendeleye sendeleye yürümeye devam etti. uzun saçları ıslanıp yüzlerine yapışsa da durmak bilmedi. ayaklarının onu götürdüğü yer ise 13 yıl önce gömülmüş mezardı.

üstünde çürümeye yüz tutmuş yapraklar vardı. küflenmiş, çoğu yeri kırılmış, çatlamıştı.

daha önce geldiğinde buraya bıraktığı mektubun yerine ıslak bir kağıt parçası almıştı. mezarın yanındaki taşa oturdu. mavi pantalonu laciverte boyanırken o kafası eğik ıslak toprakla oynuyordu.

"seni çok özledim." diye bir fısıltı çıktı ağzından. yanan gözlerinden yaş akmamasını diledi. ağlarsa duramazdı ve o ağlamayı hiç istemiyordu.

"babam, gittikçe kötüleşiyor. koca bir okula ve servete sahip olmasına rağmen aptalca şeyler yapıyor. gitmemiş olsaydın durdurdun."

gitmemiş olsaydı bunlar olmazdı. külliyen yalandı. gitmesinin nedeni babasıyken o olsa her şey daha kötü bile olurdu.

"anne, ben dayanamıyorum."

annesi, kendini çocuğunun gözleri önünde vuracak kadar acımasız, yaşamayı sevecek kadar korkaktı. gerisinde büyük bir travma bulduğunu bilmeyerek kendi mezarını kazmıştı.

gerisinde bıraktığı travma ise beomgyu idi. 5 yaşına kadar türlü türlü kavga duysada mutlu bir çocuktu. o zamanlar babasının annesini dövdüğünden haberi yoktu. annesi beynini dağıtana kadarda olmamıştı.

tatlı, küçük evlerinin sokağında oynarken yağmur yağdığı için içeriye girip annesine seslenmişti. annesi ise ona yatak odasından seslenip gelmesini söylemişti. mutlu mutlu koşarak girdiği odada sadece filmlerde gördüğü tabancayı kafasına dayamış annesini gördüğünde ise donakalmıştı.

'oğlum, gyu'm. üzgünüm birtanem. ama dayanamıyorum. babana katlanamıyorum.' demişti.

beomgyu annesinin yanına koşarken o tetiği çekip vurmuştu kendini. ağzının içine dayadığı silah yüzünden beyni dağılmıştı. yüzüne ağır kokulu, koyu renk kan sıçrarken nefes almayı unutmuştu.

hatıradıklarıyla zihni bulanıklaşırken kafasını gökyüzüne dikip dindirmişti gözyaşlarını.

avucuna sıkıştırdığı bir parça toprakla eve kadar koştu beomgyu. yerleri çamur yapmayı umursamadan odasına çıktı. yatağının altındaki küçük kavanozu çıkartıp toprakları içine doldurdu. onu bırakan annesini hissetmenin tek yolu buydu.





tekrar hello asklarim

little gyu azicik uzucu azicik komik bir kitap olabildiğince empati yapmanızı talep ediyorum

oy vermeyi unutmayın mutlu edin beni

little gyu•taegyu•✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin