UYARI!
Kan, kopan vücut uzuvları, şiddet ve ölüm gibi şeyler sizi etkiliyorsa bu kitabı OKUMAMANIZI tavsiye ederim.
Ayrıca "Bu mümkün mü?", "Böyle bir şey gerçekleşmez.", "Saçmalık." tarzı yorumlar istemiyorum. Kitap benim kitabım, burada ben ne dersem o olur. Filler uçuyor dersem uçuyordur, ya kabul edip okumaya devam edersiniz ya da okumayı hemen bırakabilirsiniz.
Teşekkürler.
•
Gözlerime dolan ışık ile aynı anda nefesim kesildi. Nefes almaya çalışırken iyice boğulmuş ve öksürmeye başlamıştım. Zamanla nefes almak daha kolay hâle gelmişti.
"Hay ben sizin- Ne olduğunu bilmediğiniz şeylere niye dokunuyorsunuz lan?!" diye bağırdı biri. Işık gözlerimi kamaştırdığı için elimi kaldırıp gözlerime siper ettim ve zor da olsa gözlerimi araladım.
Elim, önümde duranların vücutlarının üst kısmını kapattığı için şu an sadece birkaç bacak görüyordum.
"İşe yarar bir şey sandık. Ne bilelim 150 yıllık bir nine olduğunu."
"Aynen, gerçi cihaz baya eski görünüyor ama belki kullanılabilir bir parçası vardır."
"Saçmalamayı kesin, antika bu. Hiçbir işimize yaramaz, beyinsizler. Başımıza iş açtınız, şimdi bir boğaz fazlayız. Sizin yiyecek ve içeceğinizden kesilecek onun ihtiyaçları."
"Ne?! Ama bu haksızlık!"
"Ona bakacak değiliz. Baksana hâline, iki güne kalmadan ölür zaten!"
Gözlerim ışığa alışınca elimi yavaşça gözlerimin önünden çektim ve dibimde bağrışıp duranların kim olduğuna baktım. Fakat bulunduğum yer oldukça garipti, burayı hiç görmemiştim daha önce.
Çöplük gibi bir yerdi, kötü koku burnuma dolunca yüzümü buruşturdum. Dışardaydık, gökyüzü güzel bir kızıldı. Güneş ya doğuyordu ya da batıyordu.
"Aklını başına al! Uyandıran sizsiniz, elbette ona bakmak zorundayız! Ölüme terk edemeyiz!"
Bakışlarımı önümdeki gençlere çevirip ellerimi, içinde bulunduğum kapsülün kenarlarına koyarak yavaşça oturdum. Şimdi daha iyi görebiliyordum onları. Üç kişilerdi, üstlerinde koyu renk giysiler vardı.
"Siz kimsiniz?" diye sorduğumda sesim oldukça cılız çıkmasına rağmen duymuş ve bana dönmüşlerdi. Gözlerimi tekrar çöplük benzeri yerde gezdirdikten sonra, "Burası neresi?" demiştim.
Aralarında bakıştıktan sonra içlerinden biri bana bir adım daha yaklaşarak yere eğilmişti. "Ben Minho, bunlar da Felix ve Jisung. Kötü insanlar değiliz. Nerede olduğumuza gelirsek... uzun hikaye, sonra anlatırız." dedikten sonra vücuduma bağlanan kablolarda ellerini gezdirdi. "Bunları çıkarmamız gerekiyor." diye kendi kendine konuşmuş ve sol el bileğime takılı olan kablolardan birini yavaşça çekmişti. Kablonun ucundaki küçük iğne çıkarken yüzümü buruşturdum, sızlamıştı.
Aynısını sağ el bileğime de yaparken, "Neden laboratuvarda değilim?" diye sordum. En azından bunu söyleyebilirlerdi sanırım. Hem daha tanımadığım bu insanlarla çok fazla vakit geçirmeyi düşünmüyordum. Şu kapsülden çıkınca doğruca eve gidecektim.
"Neden olacak?" dedi alayla, isminin Felix olduğunu öğrendiğim çilli çocuk. "İşe yaramayacağın için atmışlar seni. Şimdiye kadar yaşadıysan şu makine sağlam olduğu içindir, yoksa çoktan ölmüştün."
Kaşlarımı çattım. "Ne demek istiyorsun?"
Ayakta duran ikili birbirlerine baktıktan sonra tam bir şey söyleyecekti ki, yanımda oturmuş teker teker vücuduma bağlanan kabloları söken çocuk konuştu. "Yeter bu kadar, sonra konuşacağız dedik ya." Sesi otoriterdi ve ayaktaki ikili dudaklarını birbirine bastırarak susmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pacemaker | LeeKnow
FanfictionBir deney için uyutulduğumda 20 yaşındaydım. Paraya ihtiyacım vardı ve risk görünmüyordu, bu yüzden kabul etmiştim. Zaten bir ay sonra uyandıracaklardı. Fakat beklediğimin aksine 132 yıl sonra uyandırılmıştım. Ve uyandığımda Dünya ölüyordu.