16. Gün
Arabaya bindiğimizden beri annem ve babam hiçbir şey dememiş sadece yolu gözlemişlerdi. Eve girdiğimizde azarlama başlığı altında beni aşağılayacaklarını çok iyi biliyordum. Fakat bu yaptıkları benden nefret ettikleri için değil benim hırslanmam içindi. Bazen işe yarıyordu ama çoğunlukla onları dinlemiyordum bile.
Evimizin bahçe kapısının önüne geldiğimizde hep birlikte indik. Şoför araba ile birlikte uzaklaşırken derin bir iç çektim. Kim bilir bundan sonra beni ne bekliyordu. Ağır bir ceza alacağım kesindi ama ondan daha ağır bir şey daha vardı.
Papatyamı kaybetmiştim.
Evde büyük bir sözlü kavga çıkmıştı. Minho sürekli beni aileme karşı savunmuştu. 'Sen kimsin ki oğluma karışıyorsun?' demisti sonunda annem. İşte o zaman büyük bir sessizlik oluşmuştu. Herkes birbiri ile bakışırken biz Minho ile diğerlerinden bağımsız bir şekilde birbirimize bakıyorduk. Dudakları hafif bir şekilde kıvrıldığında tam olarak ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ki o sözler döküldü dudaklarından.
"Ben onun papatyasıyım o da benim güneşim. Onun bana ihtiyacı var mı bilmiyorum ama benim ona kesinlikle ihtiyacım var."
Aynı düşünceler, farklı beyinler. Bunun için diyebileceğim tek şey buydu. O an ne kadar inkar etsem de Minho'nun da benden hoşlandığını ve belki de biraz daha fazlası olduğunu fark etmiştim. Birlikte geçirdiğimiz on beş gün birbirimize bağlanmamıza yeterli olmuştu.
Ben onun sözcüklerinin büyüsünde iken babam bütün mutluğumu söndürmüş ve Minho'ya okkalı bir tokat atmıştı. Sonra da bileğimden tutup neredeyse sürükleyerek çıkartmıştı beni o evden. On iki saatlik yolculuğumda düşündüğüm tek şey ise Minho'nun yana düşmüş yüzüydü. Hiçbir şey yapamamış ve söyleyememiştim. Veda bile edememiştim. Kahretsin, ona bir 'Hoşçakal' bile diyememiştim. Oysaki otuzuncu günün sonu için bir sürü planlama yapmıştım. 'Güz gelip kış bittiğinde tekrar görüşelim.' demek istiyordum ona. Ne yazık ki hayallerimi ateşler bürümüş ve bir küle dönüşene kadar bırakmamıştı.
Babamın homofobik olmadığını biliyordum. Yani dışarıdaki insanlara öyle gösteriyordu kendini. Hatta ailemizde eşcinsel bir çift bile vardı. Bu yüzden Minho'ya vurduğunu düşünmüyordum. Benim dışarılarda sürttüğümü düşünmüştü büyük ihtimalle. Bunun acısı da Minho'nun tatlı yanağından çıkmıştı.
Diğer yandan Hyunjun vardı. Sürekli özür dilemişti benden. Onun için tek isteğim güzel bir teklife karşı beni satmış olmasıydı. En azından benim sayemde biri iyileşebilirdi değil mi?
Neredeyse sarayların kapısı ile yarışan kapıdan girdikten sonra bir kaç çalışan bizi selamlamaya başlamıştı. Açıkcası ben de onları selamlamak istiyordum ama annem eğer bunu yaparsam çalışanların şımaracağını söylediği için yapamıyordum. En azından onlar etrafta yokken bana çok iyi arkadaş oluyorlardı.
Annem beni odama doğru yönlendirirken babamın gelmeyeceğini anladığımda biraz olsun rahatlamıştım. Bir kişinin sözlerine katlanabiliyordum ama iki kişi aynı anda olunca kendimi berbat hissediyordum. Asla fiziksel şiddete uğramamıştım ama beynim o anlarda sanki fiziksel şiddete uğramışım gibi tepkiler verebiliyordu.
Büyük yatağımın tam ortasına oturduktan sonra karşımdaki aynaya baktım. Gözlerimin altında hafif bir şiş oluşmuştu. O kadar çok ağlamamıştım oysaki.
Annemin konuşması ile bakışlarımı aynadan çekip sürekli hareket eden ona çevirdim. "Sana inanamıyorum Hyunjin! Gerçekten... Ah!" Elini şakaklarına götürüp ovmaya başlarken dudaklarımı birbirine bastırdım. Ne kadar büyük bir hatam olmasa da kendimi suçlu hissettiğim için cayır cayır yanıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Twins °hyunho°✓
FanfictionBir aylığına ikiziyle yer değiştiren Hyunjin, onun hakkında minik sırlar öğrenir