"Soruyorum sana sevgilim, tek bir bakışın yeterli olacak bana.
Gitmeli miyim, kalmalı mıyım?"
-
[ Bölüm 13 - Suskun Gözyaşları ]
Araba motorunun sinir bozucu sesi, direksiyon başındaki Seokjin'in belli belirsiz mırıldandığı 90'ların rock gruplarından kalma bir şarkı ve Namjoon'un telefonundan açtığı navigasyona bakıp bakıp homurdanması; son bir saattir kanıksamış olduğum şeylerdi.
Yıllardır her yere beraber gittiğimiz ve içinde her haltı yaptığımız emektar kamyonetin içindeydik. Normalde yolculuklarımı kamyonetin arka kısmında, başımı Taehyung'un göğsüne gömüp onun elleri saçlarım arasında gezinirken gökyüzünü izleyerek yapmaya alışmıştım. Ancak şimdi, saçlarım arasında gezinen parmaklar kaybolmuştu ve gökyüzü, içinde Taehyung'u barındırırken ona olan küslüğümü sürdürüyordum. Gökyüzüne küsmüştüm çünkü o, sessiz sedasız evimi benden çekip almış ve kolları arasına gömmüştü.
Taehyung gökyüzüne aşıktı ve şimdi de oradaydı.
Bu bahsettiğim yolculuklar sırasında, ben Taehyung'un göğsünde yerimi almışken beraber gökyüzünü izlediğimiz zamanlarda anlamıştım bunu. Gökyüzü ona neleri anımsatıyordu bilmiyorum ancak ne zaman bu kamyonetin arkasında yerimizi alsak gözlerini mavi berraklıktan bir türlü ayıramazdı. Gökyüzü ile gözlerini ayrılmaz bir birlikteliğe sürüklediği zamanlarda kulağıma bir şarkı mırıldandığını da hatırlıyordum. O zamanlar bu şarkının sözlerine pek dikkat etmesem de şimdi fark ediyordum.
Kalmalı mıyım, gitmeli miyim?
Taehyung, her zaman kulağıma fısıldamıştı benim. Ne zaman korksa, şüpheye düşse, sevse, canı acısa usul usul kulağıma yaklaşıp bir mırıltıyla bana kendisini anlatmıştı. Ben ise her zaman kulaklarımı kapamıştım. Artık fark ediyordum da, ben Taehyung'a hep sağır kalmıştım.
Şimdi, yolumuzu Daegu'ya, Yoongi'nin gitmemeye yeminli olduğu memleketine doğru almışken zihnimi yine ona dair anılarla işgal ediyordu Taehyung. Kaçmayı denemeye bile çalışmıyordum bu sefer. Biliyordum, ondan kaçışım yoktu. Ben her zaman Taehyung'u bulacaktım.
Arabanın içini korkutucu bir sessizlik kaplamıştı. Normal zamanımızda bu sessizlik, sadece hepimizin deli gibi sarhoş olup koltukta birbirlerimizin üstünde uyuyakaldığımız zamanlarda olurdu. O zamanlar da zaten hatırımda pek kalmazdı ancak o sessizlikte bile, Seokjin'in bizi azarlayan sesinin kulaklarıma eriştiğini anımsıyordum.
Şimdi ise hiçbir ses yoktu. Hiçbirimizin konuşmaya mecali kalmamıştı sanki. Yorgunduk, bitap düşmüştük fakat henüz çırpınmaktan da vazgeçmemiştik.
Daegu'da bizi neyin bulacağını bilmiyordum. Açıkçası bunu düşünmek bile beni korkutuyordu çünkü Yoongi, Daegu'ya geri dönecek bir ruh hâline büründüyse onunla konuşup mektuplar konusunda anlaşma yapmak imkansız olacaktı.
Bir yandan da onun için deli gibi endişeleniyordum.
Yoongi, Daegu'dan nefret ederdi. O şehrin ismini anmak bile anında yumruğunu sıkıp dişlerini birbirine geçirmesine sebep olurdu. Bu zamanlarında sadece Jimin'in elini onun elinin üzerine koyup, ona sıcacık bir gülümseme hediye etmesiyle sakinleşirdi.
Bu şehrin onda nasıl anılar bıraktığını bilmiyordum ancak henüz on beş yaşında bir çocuğun, sırtında sadece bir çanta ve cebinde beş para olmadan kaçak bir şekilde trene atlayıp hakkında hiçbir fikri olmadığı devasa bir şehire, Seul'e getirecek kadar ne yaşadığını düşünmek tüylerimi ürpertiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kim taehyung ve katilleri
Fanfiction"kim taehyung öldü, jeongguk. ama belli ki, sen onu kalbinde öldürememişsin."