Mahallemin rutubetle karışık egzoz kokusu...
Gecenin karanlığı ve yağmur, tam zamanı.
Kapüşonumu yüzüme biraz daha çektim.
Bekle... Bekle... Bekle...
Bir elinde şemsiye, gözü ise telefonunda olan bir adam... İşte av.
Oturduğum banktan kalkıp hızlı adımlarla ona doğru yürüdüm.
Yaklaştım.
Biraz daha...
Ve sertçe omzuna çarptım. "Çok afedersiniz beyefendi! Dikkatsizdim, kusura bakmayın." En mahcup ifademi takındım.
Adamın kızdığı suratından belli oluyordu. Yine de fazla tepki verip olayı büyütmek istemedi. "Tamam delikanlı, yok bir şey. İyiyim."
İlgisini bile çekmemiştim. Beni başından savıp yoluna devam etti.
Cüzdanı ellerimdeydi.
Seri adımlarla yürürken içini karıştırmaya başladım.
Kimlik, otobüs kartı, bir fotoğraf...
Yüzlük banknot.
"Hiç yoktan iyidir." diye mırıldanırken bir sonraki köşeye gelmiştim bile. Duvara yaslanıp parayı cebime, diğerlerinin yanına koydum. Cüzdanla işim bitmişti, yere atıp eskimiş botlarımla üzerine bastım. Ellerimi kapüşonlumun cebine sokup bir sonraki avımı beklemeye başladım.
Hayatım kendimi bildim bileli böyle geçiyordu. Gözlerini sokağa açmış bir oğlan çocuğuydum. Burada büyümüş, burada düşüp kalkmış, burada öğrenmiştim bildiğim ne varsa.
Eğer benimki gibi bir hayat yaşıyorsanız, çalmak kaçınılmazdır. Çalmak sizi hayatta tutar. Size ekmek verir, su verir. Umut verir. Ve eğer çalarak büyüdüyseniz, ustalaşmamak elinizde değildir. Bunu doğru yapmayı öğrenene kadar belaya çekilirsiniz. Öğrendiğiniz zaman ise artık geri dönüşünüz yoktur.
"Son bir av daha..." diye mırıldandım. Yaptığım şey benim işimdi.
İnsanlar, av olanlar ve av olmayanlar olarak ikiye ayrılıyordu gözümde. Kendime ise hırsız yerine "Avcı" demeyi tercih ediyordum.
Sokağın başında başka bir adam göründü. Bu seferkinde ne şemsiye, ne de onu yağmurdan koruyacak herhangi bir şey vardı. Elleri cebindeydi ve yola bakıyordu. Üstelik iri yarı sayılırdı. Böylelerinden çalmamayı öğreneli seneler olmuştu. Eğer avlanacaksanız, dalgın görünen ve yakalansanız da elinden kurtulabileceğiniz avlar seçmeliydiniz.
Yerime iyice sinip beklemeye devam ettim. Saat geç olmuş ve cebim de dolmuştu. Sadece bir av daha yakalamak bana bugünlük yetecekti.
Başımı uzatıp tekrar baktığımda onu gördüm. Kısa boylu ve gözlüklü bir genç kızdı. Kırmızı hırkasının kapüşonunu başına çekmişti. Telefonunda biriyle konuşuyordu ve her halinden kızgın olduğu belliydi. Ellerini kollarını savuruyor, sokağın ortasında bağırıyordu.
Dikkatsiz, zayıf ve üstelik yağmurlu havada gözlük takmış. Muhtemelen önünü bile göremiyor.
Yeni avım belli olmuştu. Hızlıca harekete geçip bu işi bitirmeliydim. Sindiğim köşeden çıkıp yürümeye başladım. Yaklaştım, yaklaştım.
"Bıktım artık anlamıyor musun? İstemiyorum!"
Hararetli bir tartışmanın tam ortasındaydı. Bir yandan önüne gelen dalgalı kumral saçlarını düzeltmeye, bir yandan da kapüşonunu kafasında tutmaya çalışıyordu.
"Sürekli aynı şeyleri zırvalayıp duruyorsun ama hiç..." kıza sert bir şekilde çarptım. "Ah! Önüne baksana serseri!"
Durdu ve telefonu kulağından uzaklaştırıp bana döndü. Buğulanmış gözlük camları yüzünden asıl önünü göremeyen oydu ama burada durup onunla tartışmayacaktım.
"Çok özür dilerim, kusura bakmayın." Tam yoluma devam edecektim ki kaldırdığı kolu yüzünden açıkta kalan bileğini gördüm. Daha doğrusu, bileğindeki bilekliği.
Gerçek altını on metre uzaktan bile tanıyabilirdim.
"Bir yerinize bir şey olmadı ya?" Lafı uzatırken cüzdanını arka cebime sokmuştum bile.
"Yok, tamam iyiyim. Yoluna bak." Kabalığındaki cesareti garipsemiştim. Ya kendini korumayı çok iyi biliyordu, ya da bu konu hakkında en ufak fikri olmayan bir süzme salaktı. Belinde silah olmadığını tek bakışta anlamıştım. Belki de ikinci seçenek doğruydu. Ona zarar verecek değildim ama karşısındaki ben değil de başkası olsaydı durum farklı olabilirdi.
"Tamam. İyi akşamlar." dedim ve planımı uygulamak için uzaklaşmaya başladım. Kız telefondaki konuşmasına geri dönerken zıt yönlere yürüyorduk.
Yaklaşık beş adımın ardından, geri dönüp onu takip etmeye başladım.
"Bak, bu son. Bundan sonra artık ben yokum." O konuşmasına devam ederken ben cebimden cüzdanını çıkarttım ve içini açtım.
"Tamam dedik ya..." Beş yüzlük! Bu kadar zahmete değmişti. Parayı cepleyip cüzdanı kapattım. Adımlarımı hızlandırdım.
"Görüşürüz." Kız tam telefonu kapatırken elimi bileğine atmıştım. Dönüp bana baktı.
"Affedersiniz, cüzdanınızı düşürmüşsünüz." Cüzdanı gözünün önünde sallayarak dikkatini ona çektiğim sırada bilekliği çözmüştüm bile.
"Ah, inanmıyorum!" Hemen cüzdanı aldı ve az önce çaldığım arka cebine geri koydu. Bu sırada elimi bileğinden çekmiştim. Şimdi hemen buradan tüymeliydim. "Çok teşekkür ederim."
"Ne demek." dedim ve yoluma devam ettim. Cüzdanı kontrol etmenin aklına bile gelmediğini arkamdan seslenmemesinden anlamıştım. Evet, belli ki kız tam bir süzme salaktı.
Bilekliği cebime attım ve evime doğru yola koyuldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AVCILAR
FantasySupratör... Efsane gibi bir şeydi. Sadece tek bir tane olan mucizevi bir makine... O da tabiki Supramil'in mucidi N. Supra'nın laboratuvarında. Gerçek adını kimsenin bilmediği bu adam yıllar önce Supramil haplarını icat etti ve onu halka arz etmek y...