Eve yürüyene dek yağmur şiddetini iyice arttırmış ve beni sırılsıklam etmişti. Neyse ki ceplerim doluydu da bunu o kadar dert etmiyordum.
Mahallemin pek de tekin olmayan arka sokaklarından birinde, yıkık dökük bir gecekonduda yaşıyordum. Her ne kadar berbat durumda olsa da orası kendimi bildim bileli evim diyebildiğim tek yerdi.
Ahşap kapının önüne geldiğimde durup etrafı kolaçan ettim. Kimsenin olmadığına emin olduktan sonra şifreli ritmimize uyarak kapıyı tıklattım.
Tık - tık tık - tık
Birkaç saniye içinde sürgülü kilidin sesi duyuldu ve kapı açıldı.
"Tilki bey teşrif ettiler!" diye her zamanki alaycı tavrıyla bağıran İbrahim'in omzuna sert sayılabilecek bir yumruk attım.
"Kes sesini Hayalet."
Botlarımı çıkartıp kurumaları için bir köşeye bıraktım. Sular damlayan saçlarımı geriye atarken evin sessizliği dikkatimi çekti. "Diğerleri nerede?"
"Kaan odada gazete okuyor, Ceyda ve Umut hâlâ işte."
Kaşlarımı çattım. "Sevgilin ne zamandan beri kardeşimi bu kadar uzun çalıştırıyor?"
"Hey, sakin ol kardeşim. O küçük veledin daha uzun kalabilmek için Matmazel'in başının etini yiyeceğini ikimiz de biliyoruz." Parçalanmak üzere olan kanepeye kendini aniden bıraktı.
"O küçük velede kulak asmamayı öğrenecek o zaman."
"Kolaysa git bunu Matmazel'e anlat o zaman."
Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Umut daha sekiz yaşında bir oğlan çocuğuydu ama insanları manipüle etme konusunda üstüne yoktu. Küçük ve şirin bir çocuk olmasının da bunda etkisi büyüktü tabii. Yine de Ceyda'nın bunca sene içinde ona kanmamayı öğrenmiş olması gerekirdi.
Geldiklerinde benimle uzun bir konuşma yapmaya hazır olsalar iyi olurdu.
"Eee? Ne topladın?" İbrahim'in sesiyle düşüncelerimden uzaklaştım.
"Yedi yüz seksen üç artı bir altın bileklik."
"Kanka... İyi günündeymişsin. Suskun ve bende toplam beş yüz var."
"Dert etme. Hepimizin zaman zaman iyi günleri oluyor." Bir yüzlük banknotu cebimden çekip aldım ve günlük ihtiyaçlarımızı karşılamak için ayırdığımız kavanoza attım. Ardından İbrahim'in üstünde oturduğu kanepenin yanına geçip ittirdim. Aniden sarsılan İbrahim koltuğun koluna tutundu.
"Utku şunu ben buradayken yapma dedim oğlum kaç kere ya!"
Ben keyifle gülerken o da sinirden kalkıp yere oturdu. "İlla yerimden edeceksin beni!"
"Gelmişsin deponun üstüne oturmuşsun sen de. Ne yapayım?"
Eğilip koltuğun altında kalan parkelerden kenarında küçük bir delik olanı yerinden çıkarttım. Birkaç aydır topladığımız her şey bunun altındaydı. Ceplerimi boşaltıp her şeyi yerleştirdim.
"Sanki başka koltuk var da biz oturmuyoruz."
Parkeyi kapatıp koltuğu eski yerine geri çektim ve az önce İbrahim'in oturduğu yere oturdum. "Oldu. Bir de sana koltuk alalım istersen."
"Fena olmazdı."
"Hadi oradan!"
Tam o sırada odanın kapısı açıldı ve Kaan, elinde birkaç gazete yaprağıyla içeri girdi. İkimize onaylamaz bir bakış attı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AVCILAR
FantasySupratör... Efsane gibi bir şeydi. Sadece tek bir tane olan mucizevi bir makine... O da tabiki Supramil'in mucidi N. Supra'nın laboratuvarında. Gerçek adını kimsenin bilmediği bu adam yıllar önce Supramil haplarını icat etti ve onu halka arz etmek y...