2 yıldır hayalini kurduğumuz şey ile burun burunayız. Vizelerimiz elimizde. Kafalar karmakarışık. Ne yer biliyoruz ne bir şey. Beyza'yla benim ilk yurtdışı seyahatimiz olacak. Bunun için uzun zamandır İspanyolca öğrenmeye çalışıyorum kendi çabalarımla. İspanyolca telaffuz inanılmaz kolay ama insan bir İspanyol'la karşı karşıya gelince nasıl konuşur ki? Her neyse... Halledeceğiz.
Beyza en yakın arkadaşım ve iyi bir havayolu şirketinde Uçak Bakım Teknikeri. Üniversite'ye gireceği sene işe başladığında Pass bilet hakkı olacağını ve o bilet ile beni istediğim bir ülkeye götüreceğini söyler dururdu. Hayalde kalmadı. Pass bilet ücretsiz bilet demek. Uzun zamandır kalacağımız otele ve harcayacağımız paraya kadar planımızı yapıyorduk ama gerçekleşme ihtimali çok uzak gelirdi. Ama gerçekleşiyor!
Perşembe günü öğlen 13:30 uçağıyla İstanbul'dan Bilbao'ya uçuyoruz. Ancak önce İzmir'den İstanbul'a uçmamız gerek. Bunun için sabah 6'ya bilet almamız gerektiğini düşündük. Gece 03:30'da evden çıkıp havalimanına gideceğiz. Valizlerimizi resmen üzerine oturarak kapattık. Bu kadar ayakkabıyı asla giyeceğimi düşünmüyorum ama yine de koydum. Bu huyumdan vazgeçemiyorum.
Annem tam da olmasını en son istediğim şeyi yaptı ve dışarda kalan bluzlarımı bana uzattı. Bavullarda bir iğne koyacak bile yer kalmadı o yüzden güzelim bluzlarımı öperek çekmeceye koymak zorunda kaldım. "Beyza arıyor çıkmam gerek!" dedim ve anneme sarıldım. Bu yaşıma kadar -üniversiteyi şehir dışında okumuş olsam da- annemin gözünde hep küçücüktüm ve onun için beni yurt dışına gönderiyor olmak büyük bir adımdı. Ona minnettarım. Bavulların saplarını çektim ve kapının önüne koydum. Ayakkabılarımı giydim, son bir kez annemin yanağına öpücük kondurup hızla apartmandan çıktım. Beyza bizim evin önündeki parka gelmiş aceleci bir şekilde bana bakıyor. Selamlaşmayı bile unutup metroya doğru hızlı hızlı yürümeye başladık. O güne kadar hep orada gezeceğimiz yerlerden, eğleneceğimiz mekanlardan bahsederken o an sadece nasıl geç kalmayacağımızı ve ekstra bagaj hakkı için ne kadar para ödeyeceğimizi konuşur olduk.
En son uçak yolculuğu yaptığımda -normalde korkmamama rağmen- aşırı korkmuştum. Aynı kaygıları yaşar mıyım diye düşündüm ancak en büyük hayalim olan ülkeye başka nasıl gidecektim? Buna dayanabilirim. Uçağa bindik, kemerlerimizi bağladık. O dakikadan itibaren hosteslerin tüm anonsları uğultu gibi geliyordu. Ne ara bindik, ne ara indik hatırlamıyorum. İstanbul'a vardık. Tek isteğimiz bagajlarımızı alıp birer kahve içmekti. Bagajlarımızı beklerken gözüm bir yandan kahveciyi arıyordu. Tabelalardan da bir şey anlamak amma zor be! Bu kadar büyük havalimanında insan kafayı yer. Bagajlarımızı bulduk sonunda. Sonraki uçak için işlemlerimizi yaptırdık, valizlerimizi teslim ettik. Sora sora da kahve alabileceğimiz bir yer bulduk. Şimdi tek sorun diğer uçağa vaktinde binmek. Biraz uykumuzu açtıktan sonra bir şeyler atıştırdık.
Vakit geldi çattı! Uçağa binmemiz için anonslar geçildi, sıraya girdik. Kontroller yapılıp uçağa yönlendirildik. Aktarmalı gideceğimiz için yolculuğumuz ortalama 6-6 buçuk saat sürecek. Biner binmez uyumak için yerimi hazırladım.
"Çimen, Çimen, Çimeeen!" diye dürtülerek uyandırılmak en sevmediğim şeydir ama maalesef tam da öyle uyandırıldım. "Geldik haydi kalk." dedi Beyza. Doğruldum, pencereden baktım. Uçak yere inmiş ama hala durmamış. Bu sese ve sarsıntıya nasıl oldu da uyanmadım acaba? Uçaktan sağ salim indik ve bagajlarımızı teslim aldık. İlk yaptığımız şey otele nasıl gideceğimizi öğrenmek oldu. Otelimiz Guipúzcoa ilinin Zarautz Kasabası'nda denize sıfır. Denize dediğime bakayın, okyanusa sıfır! Okyanuslardan aşırı korkuyorum muhtemelen ayağımı bile sokamayacağım. Bilbao'dan trenle Guipúzcoa'ya geçiyoruz. Tren fiyatları uçuyor yalnız. Bu kadar tahmin etmemiştim.
Otele vardık. Saat epey geç. Ama burada insanlar gece 2'den sonra parti yapmaya başlıyor. Sahil cıvıl cıvıl. Asla bir partiye katılacak gücüm yok. Sadece uyumak istiyorum. Ama başımda dikilip bir şeyler içmemiz için tutturan bir küçük cadı var. Kendime; "Enerji, enerji kızım. Hadi!" dedim ve yataktan kalktım. Üzerimizi değiştirip terliklerimizle plaja indik. Burası dünyanın en uzun plajı. Hem sörf, hem yüzmek, hem de liman için bile yeter de artar. Ki zaten öyle. Ortalık cıvıl cıvıl. İnsanlar bütün gün çalışmamış gibi enerjik ve mutlu. Burada parti yapmak insanların olmazsa olmazı. Her şey için partileyebilirler. Aslında bu kasabayı seçmemizin bir nedeni var. En sevdiğim ve buraya gelmeyi deli gibi istememe sebep olan dizi oyuncusu Miguel'in bu mevsimde ve bugünlerde sörf yaptığı plaj. Ara ki bulasın... Yine de onunla aynı havayı solumak bile içimi kıpır kıpır ediyor.
Buranın insanları çok cana yakın. Hiç tanımadığınız biri size selam veriyor, yardıma ihtiyacınız varsa mutlaka yardım ediyorlar. İkimizi yalnız gören bir grup genç bize taburelerini verdi ve dilersek onlara katılabileceğimizi söyledi. Nezaketen teklifi geri çevirmedik ancak ne konuştuklarını zerre anlamıyorduk. Bize sorular sordular. Yavaş yavaş hatırlamaya çalışarak kısa cevaplar verdik ama anlaşabildik en nihayetinde. Keyifli geçen iki saatten sonra artık dayanamayacağımı ve otele gitmek istediğimi Beyza'ya söyledim. Gençlere teşekkür edip otele gittik. Yatağımıza yüzüstü uzandık ve Miguel'in Instagram hesabını stalklamaya başladım. İçimden; "Allahım lütfen burada olsun, lütfen burada olsun!" diyordum. Dur bakalım cici kız. Hemen geldim, gördüm, aldım, gittim mi olacaktı? Hala masallarda yaşıyor gibi davranıyorum annem çok haklı. Biraz daha dedikodu yaptıktan sonra Beyza yatağına geçti. Ertesi gün onu görebilme umuduyla gözlerimi kapattım.
Panjuru açtığımda gözlerim kamaştı. Saat sabah 10'du ve Beyza hala evindeymişçesine uyuyordu. Bu saatte bir yerler açıktır umarım. Burada restorantlar geç saatte açıyor. Belki otelde yiyecek bir şeyler buluruz. En azından bir kahve de işimi görür. Beyza söylene söylene kalktı sonunda. Aşağı inip bir kupa kahve istedim. 5 dakika geçmeden kahvem geldi. İçerken Beyza aşağı indi. Sahile doğru yöneldik. Hava inanılmaz sıcak ama bir o kadar da rüzgarlıydı. Miyop astigmat gözlerimle bütün sahili sürekli kontrol ediyordum. Sörf için uygun saat değil. Burada insanlar bu saatlerde "siesta saati" dedikleri öğle uykusu moduna geçiyor. İş yerleri kapanıyor, ülke sükunete bürünüyor. Biraz uzanarak etrafı seyretmeye başladık.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSPANYOL
RomanceBazen hayat bize küçük oyunlar oynar. Bir bakmışsınız hayalleriniz elinizde, bir bakmışsınız uçup gitmiş. Tutku her şeyi çözer mi? Peki gözlerden uzak ancak bir o kadar gözler önünde bir aşk ne kadar mümkün?