Mehtabın ışıltısına dalıp, geçen son beş günümüzü gözümün önüne getiriyorum da; gerçekleşebilme ihtimali çok düşük onca şey gerçek olmuştu. Belki hayat bana son bir kıyak yapıp uçuşları 1 ay boyunca durdururdu. Ya da ne bileyim? Belki zaman dururdu. Onu bulmuşken burada bırakıp gitmek çok koyacak. Son iki günümüz kaldı. Kalan zamanımı iyi değerlendirmeye çalışmak, elimden gelen en iyi şeydi. Telefonumun çalmasıyla irkildim. Arayan Miguel'di. Telefonu açtım.
"-Nasılsın? Nasıl gidiyor?"
"-Ne olsun, sahilde mehtabı seyrediyoruz. Sen nasılsın?" dedim. Yutkundum.
"-Yanına geliyorum."
"-Tamam, bekliyorum." diyebildim sadece. Beş dakika geçmeden yanımıza vardı. Demek ki çoktan yola çıkmıştı. Ensemde bir öpücük hissettim ve aniden arkamı döndüm. Gülen gözlerle bana bakıyordu. Sarıldım. Elimden tutup;
"-Hadi. Üzerine bir şey al. Bizimkilerin yanına gidelim." dedi. Bizimkiler derken kimi kastettiğini anlamadım. Sorgulayan gözlerle ona baktım.
"-Arkadaşların. Biraz eğlenelim istedim." demesinin ardından dönüp Beyza'ya baktım.
"-Siz gidin. Ben biraz dinleneceğim." dedi. Başımla onaylayıp yukarı çıktım. Bu defa abartmadan bir etek ve crop bluz giyip çıktım. Saçlarım sahilde su dalgası halini almıştı. Arabaya bindiğimizde yalnızca dudağıma parlatıcı sürdüm. Düne göre daha sessizdik. Sanki bir şey diyecekmiş ama içinde tutuyormuş gibiydi. O araba kullanırken ona dönüp gülümseyerek yanağını okşadım. Bana bakıp gülümsedi, yanağında olan elimi tuttu ve dudaklarına götürüp öptü. İçim iyice burkulmuştu.
Arabayı bir otoparka park etti. Bir evin otoparkıydı. Ev dışardan şahane görünüyordu. Pencerelerden dışarı vuran renkli ışıklar ve müzik sesleri beni bir an olsun heyecanlandırmıştı. Elimi tuttu ve içeri girdik. Geçen seferki gibi yine insanlar grup grup ayrılıp kendi aralarında eğleniyorlardı. Bizi gören herkes karşıdan selam verip el sallıyordu. İçkilerin olduğu yere yöneldik. Ben votka istedim. Miguel kendine viski aldı. Bir pencerenin önüne geçtik. Bana öyle güzel bakıyordu ki, o anlar hiç bitmesin istiyordum. Votkamdan bir yudum daha aldığım sırada Miguel ağzımdan bardağı bir anda çekti. Çenemi elimin tersiyle silip ona baktım.
"-Çok hızlı içiyorsun. Kendini kaybedeceksin." dedi. O kadar canım sıkkındı ki, bir bardağı üç yudumda içmeye çalıştığımın farkına varmamıştım.
"-Kendimi kaybedersem beni kendime getirirsin." dedim sırıtarak. Bu cümlem onu güldürmüştü.
"-Her zaman saçlarından tutup kusmana yardımcı olurum tabii ama partinin başında yine eve gitmeye gerek yok eğlenmeye bakalım." dedi. Aslında ben bunu kastetmemiştim. Neden bunu hatırlatıp beni utandırdı ki? Elimdeki bardakta kalan votkayı da kafama dikip alkollere yöneldim. Kolumdan tutup beni kendine çevirdi.
"-Ne yapıyorsun? Biraz ara ver." dedi. En sevmediğim şey içtiğime karışılmasıdır. Bunu yapanın Miguel olmasını hiç istemiyorum hele ki. Derin nefes alıp elinden kolumu kurtardım ve yanağına elimi koyup dudağına yapıştım. Dudaklarını bıraktıktan sonra;
"-Merak etme. Bünyemi biliyorum. İkinciyi yavaş içeceğim." Bir şey söylemeyip yalnızca gözümün içine baktı. Bara doğru yönelip votka istedim. Arkamı dönüp Miguel'in viskisini bitirip bitirmediğini kontrol ettim ancak Miguel elinde hala dolu viski bardağıyla pencereye yaslanmış bana bakıyordu. Bu bakışından bana çok kızdığını anlamıştım. Ama umurumda değildi. İçkiyi aldım, yanına doğru yöneldim. Yanına gittiğimde suskunlaşmıştı.
"-Biraz abartmıyor musun? Sarhoşluğumdan o kadar mı nefret ettin?" dedim. Bu sözüm onu daha da kızdırmış olacak ki bir anda kafasını bana çevirip gözlerini patlatmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İSPANYOL
Lãng mạnBazen hayat bize küçük oyunlar oynar. Bir bakmışsınız hayalleriniz elinizde, bir bakmışsınız uçup gitmiş. Tutku her şeyi çözer mi? Peki gözlerden uzak ancak bir o kadar gözler önünde bir aşk ne kadar mümkün?