Bölüm 3| ES ASİ, KIR TAŞTAN KALPLERİ

61 4 1
                                    

Ömer Başçı- Ah Be Kadın

Konuya Fransız- Hallice Halim

Rei 6- Ah Canım Sevgilim (Özellikle bölüm sonuna yaklaştığınızda dinlemelisiniz.)

ES ASİ, KIR TAŞTAN KALPLERİ

"Bazı cinayetler insanın eline kara bir leke bırakır. Bazı insanların kanı bile siyaha boyanmıştır. Onlar gerçekten ölmeye layıktırlar ama kanlarının değdiği avuçlara son kez kötülüğü bulaştırmadan ölmeyi kendilerine reva görmeyecek kadar da acımasızlardır. Senin kanın da tıpkı onlarınki gibi siyaha boyanacak, avuç içlerindekiler gibi..."

Veha PUSLUTEKİN

Yutkunarak tutunduğum kapı kulpunu daha sıkı kavradım. Gerçekten, siktir... Şimdi ne yapacaktım? Etrafımı arabalarla sarmışlardı ve kelimenin tam anlamıyla kapana kısılmıştım. Gerçekten mi? dedim kendi kendime. Gerçekten her güvendiğim, içimin her ısındığı insan böyle mi yapacaktı? Neden? dedim bu sefer de. Neden beni arabasına hatta evine kadar almışken bana zarar vermedi? Neden beni alıkoymak yerine şimdiyi bekledi? O an kafamda bir soru daha belirdi. Veha bana, amcasının bizim kutlama için gittiğimiz klübün sahibi olduğunu söylememiş miydi? Ablam doğum günümü kutlamak için orayı seçerken bunu bilmiyor muydu? Neden güvenli bir yermiş gibi babamın ve dolaylı yoldan bizim de düşmanımız olan bir adamın mekanına sokmuştu beni? Tanrım, ablamın derdi neydi? Bu yaptığının bir açıklaması olması gerekiyordu!

"İnsene artık be! Laftan anlamıyor musun? Defol git, in şu taksiden benim başımı da belaya sokma!" Diye bağıran taksici artık sabrımın son demlerine indiğimi bana hatırlatıyordu. Sesi bana sinek sesine benzer bir cızırtı duyuyormuşum gibi bir his veriyordu. O saniye kulağımı tırmalayan o iğneleyici sesi kesmek istedim.

"Ya sen ne vicdansız bir insansın? Gelmiş bana çocuklarını anlatıyor, gideyim diye yalvarıyorsun. Beni bu kadar adamın içine bırakıp gittiğinde hiç mi gelmeyecek kendi çocukların aklına?" dedim. Sinirle kendimi tutamayarak ön koltuğa bir tekme savurup, sonra olduğum koltukta dizlerimi kendime çekerek geri yaslandığımda aslında çıkmamın gerektiğini gayet iyi biliyordum. Yine de o an ellerimle gözlerimi kapattım ve bekledim. Bu bir çeşit çaresizlik oturuşuydu. Kendimi koruma pozisyonuma geçmiştim. Dizlerimi kendime çeker, gözlerimi kapatır ve olduğum yerde küçüldükçe küçülürdüm böyle zamanlarda.

Bir kapı açılma sesi duyduğumda bir kaç silahın kilit sesi kulaklarıma ulaştı. Aynı anda onlarca iğne güçsüz bedenime saplanıyormuş hissine karşı koyamadım. Bu silahlar bir iğneyse eğer, bana batırılmak için can attıklarını iyi biliyordum. İğneler önce keskin ucundan deriye değer ve sonra yavaş yavaş önce daha derinlere iner; sonra acı tenine iyice nüfuz edene dek bunu yapmayı sürdürdü. Ama asla tatmin olup durmaz ve kişiye acı çektirmekten usanmazdı. İğne, kanı severdi. Keskin acılar gibi bilenmiş uçları, kana bağımlı bir canavar gibi saldırırdı dokunduğu tene. Çünkü iğne ve silahlar can yakmak için vardı. Ucunda acı yoksa, onların da hiçbir anlamı olmuyordu. Tıpkı insanlar gibi... Acı çekmek için dünyaya gelip, yeterince yara aldıktan sonra o bitirici vuruşla son nefesini verip giden insanlar gibi... O an aklımda beliren cümle yüzümü acı bir gerçeğe buruşturmama sebep oldu. "Omnes vulnerant ultima necat."  Bizler ve bize değen silahlar aslında aynıydık. Hepimiz acı çekmek için vardık. Acı çekmek için geldiğimiz bu dünyadan, yine yeterince acı çektikten sonra göçüp gittiğimizin bir başka deyişiydi bu cümle. Bir yerde okuduğuma göre eski dönemlerde güneş saatlerinin katranlarında yazardı. "Çünkü," dedi ölmeye yüz tutmuş ruhum soğuk bir fısıltıyla. "Her saat yaralar, sonuncusu öldürür."

ATEŞ TUTTUĞUN YERİ AYDINLATIRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin