Bir hafta sonra...
Kütahya
Taksici durduğunda gözlerimi ellerimden çekip geldiğimiz yere baktım. Eski binaların olduğu bir yere gelmiştik, arkadaşlarının verdiği adres buydu.
"52 lira tuttu beyefendi ama siz 50 verseniz yeter." dedi otuzlu yaşlarında genç taksici. Kafamı sallayıp cebimden elli lira çıkarıp verdim.
Kapıyı açıp dışarı çıktığımda mahalleden çocukların bağırış ve gülüşme sesleri geliyordu. Kapıyı kapattığım anda taksici hiç durmadan gaza basıp mahalleden çıktı.
Önünde durduğum binaya baktım, kafamı kaldırdığımda üçüncü katın balkonunda kocaman bir Türk bayrağının asıldığını gördüğümde çenem titremişti. Gözlerim dolu dolu olurken bakışlarımı zorlukla çektim ve apartman kapısına ilerledim.
Açık olan kapıdan titreyen bacaklarım ile girdiğimde üçüncü kata çıkana kadar apartmanın her köşesini inceledim. Çağrı bu merdivenlerden çıkmıştı, belki de hâlâ bir köşeye onun parmak izi duruyordu.
Üçünü katın kapısına geldiğimde önünde birkaç tane ayakkabının olduğunu gördüm. Derin bir nefes alıp soğumuş ellerimi kaldırıp zile bir kere bastım.
Dakikalar sonra kapı açıldığında, daha önce görüntülü konuştuğum kızı gördüğümde burnumun direği sızlamıştı. O deli dolu kızın ruhu çekilmiş gibiydi, yüzü bembeyazdı ve göz altlarında morluklar vardı.
Beni gördüğü anda ağlamaklı bir ifade oluştu yüzünde. Dudakları bir çocuk gibi bükülürken bir adım atıp kollarını sımsıkı sardı vücuduma. Gözlerimi kapattım.
"Abim gitti." dedi ağlayarak, dilimi ısırdım. Nefesim kesikleşmişti.
Gözlerimi açtığımda kapıdan çıkan, perişan kadını gördüm. Gözleri sanki oğlu şehit olduğundan beri hiç kurumamış gibiydi. Bakışları bana kaydığı anda öyle acı baktı ki, kalbim ağrımıştı.
Kardeşi benden ayrılıp annesine baktı.
"Anne, abimin arkadaşı." sanki onlar için çok önemliydim. Daha doğrusu oğlu ile ilgili her şey onlar için çok önemliydi.
Kadın yavaş yavaş bana geldiğinde kollarımı kız kardeşinden ayırdım. Annesi yüzüme baktı, sanki oğluna bakıyordu. Ağladığı anda bana sarıldı, onları daha fazla yıkmamak için kendimi zor tutuyordum.
Annesi kokumu derince içine çekti, oğlunun kokusunu arıyor gibiydi. Kaç dakika orada öylece sarıldık bilmiyorum, içeriden çıkan birkaç kadın onun kardeşine sarıldı.
İçeri geçtiğimizde biraz daha kendilerine gelmişlerdi, anne kız olarak ikisi de ruh gibilerdi. Sadece evde ki o diğer kadınlar ilgilenip ediyorlardı.
Çağrı'nın odasını görmek için izin istediğimde anında izin verip yol göstermişlerdi.
Kapının önüne gelip kapı kolunu tuttuğumda nefesimi tuttum. Buna hazır mıydım bilmiyordum. Dakikalar sonra kapıyı yavaşça açtığımda onun kokusu burnuma dolmuştu.
Gördüğüm ilk şey yatağın üzerine düzgün bir şekilde konulmuş Fenerbahçe formasıydı. Onu gördüğüm anda kendimi daha fazla tutamayıp ağlamaya başladım.
Kapıyı kapatıp sırtımı yasladım, bacaklarım artık gücünü kaybetmiş gibiydi. Elimi ağzıma kapayıp sesli ağlamamak için kendimi fazlasıyla sıktım. Ama hıçkırıklarıma engel olamamıştım.
Dakikalarca orada öylece, çaresizce ağladım. Kendimde güç bulduğum anda ayağa kalktım ve yatağına ilerledim. Bir ucuna oturup formaya titreyen ellerim ile dokundum.
Gözlerimden akan yaşlar formaya damlarken, elime aldım ve formayı kollarıma koyup sarıldım. Ona hiç sarılamamıştım.
Kokusu burnuma dolarken daha fazla ağlıyordum. Kafamı kaldırıp odayı incelediğimde her yerde Fenerbahçe ile ilgili eşyaların ve fotoğrafların olduğunu gördüm. Her yerde gülümseyen suratı vardı.
Bütün resimlere tek tek baktım, artık gülümsemesini çerçevenin ardından izleyebiliyordum.
Formasını öpüp düzgün bir şekilde eski yerine koydum. Sanki onu incitmekten korkarmış gibi her şeyi yavaş yavaş yapıyordum.
Yeniden arkadaşları ile dişlerini göstererek güldüğü fotoğrafa baktım. Onu şimdiden çok fazla özlemiştim.
----
Ailesinin evinden akşama geleceğim diyerek çıkıp şehit mezarlığına gelmiştim. Hiç kimse yoktu ve soğuk hava yüzümü bıçak gibi kesiyordu sanki.
Parsellere bakarken, onu bulduğumda öylece durdum.
Üstünde yine bir Türk Bayrağı vardı. Mezarında ise onlarca çiçek.
Yavaş adımlarla mezarının önüne gittim, mezar taşını ağır bir şekilde öptüm. Gözlerimden akan yaşı mezar taşı ıslandığında anlamıştım.
Ne yapacağımı bilemeden mezarın başına oturdum. Ağlıyordum, ağlamam hiçbir zaman durmayacak gibiydi.
"Keşke..." dedim titreyen sesimle. "Daha farklı bir şekilde tanışsaydık."
Toprağına bakıp, okşadım. Mezar taşına bakmaktan çekiniyor gibiydim.
"Keşke, ertelemeseydim." dedim yeniden, hayatımda ki en büyük pişmanlığı dile getirirken.
Bir süre öylece durdum, ne diyeceğimi bilemiyor gibiydim. Aynı onunla ilk konuşmaya başladığım zaman olduğu gibi.
"Seni çok özledim." diye mırıldandım. "Beni şu an görüyorsan muhtemelen gülüyorsun, çünkü yine gözlerinin içine bakamıyorum."
Gülüşü aklıma geldiğinde bedenim acıyla kasıldı.
Cesaretimi toplayıp yutkunarak mezar taşına baktım.
"Seni... Seviyorum." dedim, söylerken kendimden emin bir şekilde söylesem de yüzümü buruşturup ağlamamı önleyememiştim.
Kafamı eğip mırıldandım.
"Çok seviyorum."
Pişmanlık duyacaktım önceden söylemediğim için ama ölene kadar sevecektim.
Hep sevecektim.
Ölene kadar.
****
Merhaba,
Bu kitap birden aklıma geldi ve sonradan bir yıldır yapmak istediğim kurguyu bu şekilde anlatmak istedim.
Komutan'ın finalinden sonra bana bir hesap mesaj atmıştı. Hayatını ve aşkını anlatmıştı. Bir komutana aşık olduğunu ve o komutana onu sevdiğini bile söyleyemeden şehit olduğundan bahsetmişti. O günden beri onun hakkında bir kitap yazmak istiyordum, bugüne kısmetmiş. Belki böyle mesajlara inanmazdım ama verdiği isimleri Google'da aratınca gerçek olduğunu gördüm. Ve üzüntüm daha da arttı.
Bu kitabı ona ithaf ediyorum...
Eğer denk gelip bu kitabı okursa, silmemi isterse hemen silerim...
Neyse, bu kitapta bitti...
Kendinize iyi bakın ✨
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇARŞI İZNİ
General Fiction[TAMAMLANDI] Amasya'da ufak bir kafede çalışan Mert ve her pazar oraya gelen askerin hikayesi...