Pazar
14:07Kafede ki son müşteri de kalktığında biraz daha rahat ettim. Sonuçta ben her türlü maaşımı alıyordum, isterse çok kişi olsun isterse az. Gerisini Turgut abi düşünecekti.
Tam son müşteri çıkarken içeri giren Çağrı ile afalladım, tamam sürekli geliyordu ama bir anda karşıma çıkınca dilim tutuluyordu işte. Bir eli cebinde, diğer elinde de telefon varken düz bir ifadeyle kafeden içeri girdi. Yeni tıraş olmuştu.
Yüzüne dokunup, yanaklarını okşamak istiyordum. Belki tıraştan sonra gelen o köpük kokusunu almak.
Göz göze geldiğimizde kafa selamı verip sırım gibi boyuyla her zaman oturduğu masaya ilerledi. Yerine yerleştiği anda anında yanına gittim, kafede hiç kimse olmadığı içinde biraz daha atik ve heyecanlıydım.
"Hoş geldin." evet, sizli bizli konuşmayı kesmiştim. Daha onun haberi yoktu.
"Hoş buldum." dedi sigara ve telefonu masaya bırakırken. Ters bir tepki vermemişti, biraz daha cesaretlendim.
"Siparişi şimdi mi alayım arkadaşlarınızı mı bekleyeceksiniz?" diye sordum, geriye yaslanıp çocuk gibi gülümsedi.
"Onlar yeni açılan mekana gittiler, gelmezler." doğru, üç gün önce yeni bir mekan açılmıştı. Belki de çoğu müşterimiz oraya gitmişti. "Ben de size ihanet etmedim buraya geldim."
Şakayla karışık kimsenin gelmeyeceğini söylediğinde gülümsedim.
"Senin gibi sadık müşterilere her zaman ihtiyacımız var." dediğimde o da gülüp kafasını eğdi.
Mert, farkında mısın şu an onunla sohbet ediyorsun.
"Teşekkür ederim." dedi gülüşünün arasından. "Bana bir mozaik pasta ve çay getirebilir misin zahmet olmazsa."
"Tabii." dedim ve gülümseyerek kenara çekildim.
Bir iki adım atmıştım ki o telefonunun ekranını açıp bir şeylere bakınmaya başladı.
Mutfağa gidip en taze mozaik pastayı çıkardım ve yeni demlenmiş çaydan doldurdum. Dakikalar sonra yanına döndüğümde hâlâ telefonu ile uğraşıyordu. Masaya tabağı bıraktığımda bana yardım etmeye çalıştı.
Çay bardağını masaya bırakacakken kibarlık olsun diye elimden almaya çalışırken tenlerimiz birbirine değdi. Gülüşüm anında solmuştu ve yine kıpkırmızı olmuştum.
"Afiyet olsun." dedim hızla masadan ayrılırken. Arkamdan baktığını tahmin ediyordum ya da öyle olmasını diliyordum.
Tepsiyi masaya bırakıp her zaman olduğu gibi yüzümü biraz ıslatıp mekanın içine ilerledim. Ciddi anlamda kimse yoktu ve içeride nefes alışverişlerimizin bile sesi duyuluyordu.
Onunla göz göze gelip bayılmamak için bakışlarımı pencereye yönelttim. Esnafları izledim.
Dakikalarca öyle durduk.
"Bugün işler kesat galiba." onun sesi geldiğinde irkilerek döndüm. Elinde sigarası, çenesinin ucunu kaşırken gözleri kısık bir şekilde bana bakıyordu.
"Evet, herkes yeni mekana gitmiş olmalı." dedim, bu mesafeden konuşmak biraz saçma geldiği için biraz yanına yaklaştım.
"Gel otur istersen, muhabbet edelim. Tabi uygunsa." dedi, garson olduğumu belirtiyordu. "Patron neyin kızmazsa."
"Yok, kimse yok ya bir şey demez."
Bu fırsatı ne kadar utansam da kaçıramazdım.
Yanındaki sandalyeyi çekip oturdum. Oturuşunu bana göre ayarladı, sigarasını da içmeyi ihmal etmiyordu.
"Adım Çağrı bu arada." biliyordum.
"Ben de Mert."
"Okuyor musun Mert?" diye sordu sigarasından bir duman çekip. Kafamı salladım.
"Evet, yani sınava hazırlanıyorum. Mezuna kaldım." kafasını salladı.
"Ne istiyorsun?"
"Bilgisayar mühendisliği." güzelmiş diye mırıldandı. "Sen çalışıyor musun... ya da okuyor musun?"
"Yok ben mezun oldum iki yıllık muhasebe okumuştum. Babamın yanında çalışıyordum araba bakım falan. Sonra işte askerliği aradan çıkarayım dedim." öyle güzel anlatıyordu ki saatlerce onu dinleyebilirdim.
"Bedelli falan niye yapmadın?" kaşlarını kaldırıp 'yok' anlamında bir hareket yaptı ve gözlerini kısarak sigarasından son dumanı çekti.
"Yok ya, bedelli askerlik bana yakışmaz. Hem de babam askerliğini iki yıl yapmış, bedelli yapsaydım anamı sikerdi." küfürü beklemediğim için ilk başta afallasam da daha sonra güldüm. "Gerçi yani normalde de..." deyip sustu.
Ne demek istediğini anlayıp güldüğümde o da sigarasını küllüğe bastırırken kafasını iki yana sallayıp gülümsedi.
"Tövbe estağfurullah." dedi, bu samimi tavrıyla kendimi biraz daha rahat hissetmiştim.
"Nerelisin?" diye sordum dayanamayıp. Onunla ilgili her şeyi öğrenmek istiyordum.
"Kütahya, sen buralı mısın?"
"Evet, doğma büyüme."
"Biraz küçük bir yer gibi geliyor bana ya, hiçbir şey yok. Ama güzel yine de."
"Yani dediğin gibi ama güzel, alışınca." diye mırıldandım.
O sırada telefonuna mesaj gelince açıp baktı ve bir şeyler yazmaya başladı. O sırada da benimle sohbet ediyordu.
"Memleketimi özledim ben de. Herkesin yaşadığı yer kendine özel galiba." mesajı tamamlayıp kenara koydu cümlesinin sonunda. Kafamı salladım.
"Aynen öyle."
Dakikalarca havadan sudan konuştuk ama en sonunda çarşıdan birkaç gerekli malzeme alacağını söyleyip kalktı. Bu zaman dilimi bana yıllar gibi gelmişti.
Kasaya gelip cüzdanından para çıkardı, parası vardı biraz. Bu içimi rahatlamıştı. Parayı ödeyip kasanın yanında duran kolonyayı alıp eline döktü.
"Haftaya görüşürüz o zaman." kolonyalı elini birbirine sürtüp ardından yüzüne sürdü.
"Görüşürüz, dikkatli ol." dedim kendime engel olamadan. Kafasını eyvallah anlamında eğdi ve gülümsedi.
"Allah'a emanetsin, iyi bak kendine."
O mekandan çıkarken ben hâlâ arkasından bakıyordum. Boyuna posuna kurban olduğum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇARŞI İZNİ
Ficción General[TAMAMLANDI] Amasya'da ufak bir kafede çalışan Mert ve her pazar oraya gelen askerin hikayesi...