13:23
PazarBugün benim için farklı bir gündü. Dün gece rüyamda sürekli onu görmüştüm. Aslında her zaman görüyordum ama bu sefer daha farklıydı. Ona öyle bir sarılıp sevdiğimi söylüyordum ki, sanki gerçek gibiydi. Ve daha içimi hoş eden ayrıntı ise o da beni söylüyordu.
Hayatımda sadece o var olmaya başlamıştı, haftanın bir günü değil her günü onu düşünüyordum. Her dakika, her saniye. Benim için takıntı ve platoniklikten çıkmış iyice hastalığa dönüşmüştü.
Bugün ona aşık olduğumu söyleyecektim.
Kararlıydım, dayak yesem bile umrumda değildi. Çünkü belki imkansız olduğunu tamamen kavrarsam onu unutabilirdim ya da unutmaya çalışırdım. Her hareketinden bir mana çıkarıp, olmayacak hayallere dalmazdım.
İki aya yakındır konuşuyorduk ve onun teskere almasına az kalmıştı. Belki de onu göremeyecektim bir daha.
Tam bunları düşünürken kapıdan içeri girdiğinde karnıma ağrılar girmişti. Şimdiden her yerim alev almıştı zaten. Bakışları bana kaydığında gülümsedi ve yanıma ilerledi.
"Napıyorsun Mert?" diye sordu elleri cebinde. Sanki benim onu sevdiğimi biliyor gibiydi.
"İş güç işte. Sen?" diye sordum, omuz silkti gülümseyerek. Gülüşüne kurban olurum çocuk.
"Benim durum malum, biliyorsun." evet sadece askerlik.
"Evet..." dedim ve ardından boş mekanda her zaman oturduğu masayı gösterdim. "Geç istersen."
"Yok ya, nasıl olsa mekan boş. Biraz takılayım böyle sorun olmazsa?" benim için sorun olmazdı. Boyunu posunu daha net görüyordum.
"Yoo, sıkıntı olmaz." dedim tezgaha yaslanmışken. Gülümseyerek benim gibi tezgaha yaslandı.
"Bize bir kahve yapayım, bu sefer benden." dedim, yolumu hazırlıyordum.
"Türk kahvesi yap ama, diğerini içemiyorum."
"Tamam."
Mutfağa ilerlediğimde o da peşimden gelmişti, etrafı inceliyordu. Cezveyi çıkarıp kahveyi hazırlarken elim ayağım titriyordu.
"Nasılsın?" diye sordum. Tavana kadar incelediği için gözü yukarıdayken bakışlarını bana çevirdi.
"İyiyim, sen nasılsın?"
"İyi." dedim kısaca. İkimiz de hem sohbet etmek istiyorduk hem de utanıyor gibiydik.
Kahveyi ocağa koyduğumda bir süre sessizce durduk. Ardından dayanamayıp kafamı onun olduğu tarafa çevirdim.
"Ya biz her şeyi konuştukta, hiç sormadım. Memlekette seni bekleyen var mı?" anlamayarak yüzüme baktı. "Sevgili, sözlü falan?" diye açıkladım. Anladığında kaşlarını kaldırdı ve gülerek sırtını duvara yasladı.
"Yok ya, uzun süredir yok hatta." içim öyle bir ferahlamıştı ki derin bir nefes alıp kahveyi yapmaya devam ettim.
"Anladım." bir süre sessizlik oluştu.
"Senin var mı?" diye sordu, sesi garip çıkıyordu. Sorup sormamak arasında kalmış gibiydi.
"Sevdiğim var." hiç düşünmeden konuştum. Gözlerimi ona çevirdiğimde gülümsüyordu ama ben dönünce gülümsemesi soldu.
"Anladım." dedi daha fazla sorgulamadan.
Kahveyi hazırladığımda ikimiz de masaya geçip oturduk. Bu sefer yüzüne bakmak için tam karşısına oturmuştum.
Gülerek sohbet ediyordu ama bakışlarımı fark ettiğinde sanki utanıyormuş gibi kafasını başka yöne çeviriyordu.
Bakmaktan utanmasam da söylemekten öyle çok çekiniyordum ki.
Onun gitme saati geldiğinde ayağa kalktık, hâlâ söyleyememiştim. Söyleyemiyordum.
"Oldu o zaman, görüşürüz." dedi ve her zamanki gibi kolonyasını döküp arkasını döndü. Bir iki adım atmıştı ki derin bir nefes aldım.
"Çağrı..." sesim biraz fazla yüksek gelmişti. Adımlarını durdurup bana döndü.
"Efendim?" dedi, yüzünde ki gülümseme hiç silinmiyordu.
Şimdi olmazdı, hazır değildim.
"Haftaya sana bir şey diyeceğim." onu sevdiğimi söyleyememiştim ama ses tonum ve bakışlarımdan resmen ona aşık olduğumu haykırmıştım.
Bir süre durdu, daha sonra yine gülümsedi.
"Ben de söyleyeceğim."
İkimiz de gülümseyip kafa selamı verdiğimizde onu kapıdan çıkana kadar izledim.
Kalbim maraton koşuyordu resmen.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇARŞI İZNİ
Ficción General[TAMAMLANDI] Amasya'da ufak bir kafede çalışan Mert ve her pazar oraya gelen askerin hikayesi...