B2

297 22 24
                                    

Chan, Felix hakkında birçok şey öğrenmişti. Felix Avustralya'da dünyaya gelen bir melezdi. Birkaç ay önce satın alınmış ve Kore'ye getirilmişti. Buradaki yuvasından kaçıp sokaklarda saklanmaya başlamıştı fakat daha ikinci gününden Chan ile karşılaşmıştı. Chan merakla sordu:

"Neden kaçtın peki?"

"İyi anlaşamıyorduk, hiç kimseyle iyi anlaşamıyorum."

"Benimle gayet iyi anlaşmıyor musun?"

"Evet ve nedenini henüz çözebilmiş değilim. Kokun bana huzur verdi parktayken, sana gelmeliydim. Öyle hissettim."

Başını salladı Chan. Bir süre ne demesi gerektiğini düşündü.

"Eğer iki gün olduysa sen kalçalı bu seni aradıklarını göstermez mi?"

"Elbette, arıyorlar da zaten. Ama asla bulamayacaklarını bildiğimden rahatım."

"Seni neden bulamasınlar ki?"

"Çünkü bulamayacaklar."

"Pek açıklayıcı değildi."

"Biliyorum.

Aldığı cevapla memnun olmamıştı Chan. Daha açıklayıcı olabilirdi en azından, belki bir ip ucu verebilirdi Felix.

"Acıktım."

Chan başını kaldırıp yanındaki bedene baktı. Bir an ağzından ses çıkaramayacak gibi hissetti. Felix ona yaklaştı ve kollarını boynuna doladı. Kuruğu Chan'ın bacağına dolanırken hafifçe zıplayıp Chan'ın kucağına çıktı. Minik bacaklarını beline doladı.

"Mutfağa gidelim." dedi Chan'a. Chan hiç sorgulamadan mutfağa doğru adımladı. Geçtiklerinde Felix araladı dudaklarını.

"Süt var mı?"

Chan sonunda elini kucağındali melezin beline atmıştı. Buzdolabına eğilip kutu sütü çıkardı. Bir bardağa sütü bardağın yarısına gelecek şekilde doldurdu, kalan yarısına da su koydu. Bardağı minik melezin eline verip onu tezgaha oturttu ve sütünü rahatlıkla içmesine izin verdi. Felix bardağı tezgaha bırakıp etrafına bakındı. Yapacak bir şeyler arıyordu.

"Oyunun var mı?"

"Nasıl bir oyun?"

"Bilgisayar oyunu, kutu oyunu, kartlar veya en basitinden oyuncaklar?"

"Hepsinden var hangisini istersin?"

"Peluşların var mı?"

"Elbette."

"Onlarla oynamak istiyorum."

Felix tezgahtan atlayıp gerindi. Kuyruğunu sallayarak salona geçti ve yumuşak halının üstüne oturdu. Şimdi yapması gereken tek şey Chan'ı beklemekti.

Chan odasına geçip dolabının üst kapağını araladı. Tüm peluşları oradaydı. Küçükken oynadıklarından ayıcık, tavşan ve bir kaplanı alıp kapağı kapattı. Elinde üç peluşla salona geçip oyuncakları Felix'e verdi. Koltuğa geçip telefonunu çıkardı ve sanki her şey normalmiş gibi sosyal medyada dolaşmaya başladı. Felix ise oyuncaklarla sesli bir şekilde oynamaya başlamıştı. Chan bunu duyamayacak kadar soyutlanmıştı gerçeklikten.

Bir süre sonra Chan'ı annesi aradı. Kız kardeşini havaalanından almasını ve yurda götürmesini istedi. Chan elbette kabul etti bunu fakat Felix sonradan gelmişti aklına. Onu yanında götüremezdi. Arkadaşına bırakmayı düşündü, mantıklı gelmişti bu fikir.

Telefonunu çıkarıp Minho'yu aradı. Ona durumdan bahsetti, Felix'in bir melez olduğunu da söyleyip yarım saatliğine bırakmayı teklif etti. Minho kabul etmişti, evine girecek dördüncü kediye hayır diyemezdi, ne kadar melez de olsa.

Chan bunu Felix'e de söyledi. Felix ısrar etti evde kalmakta. Chan onu yalnız bırakmak istemediğini söyledi onlarca kez. Felix'i biraz zorlu bir şekilde ikna etti ve havaalanına gitmeden önce onu Minho'nun evine getirdi.

"O uslu bir melez, seni yormayacaktır."

"Yarım saat değil mi?"

"Hmhm, daha erken de gelebilirim."

Chan Felix'i, Minho'nun kucağına bırakmak istedi ama Felix kızdığında tüylerini kabartan kedi gibi bir görünüme bürünüp yere atladı. Minho'ya karşı aşırı temkinli davranarak içeri geçti. Chan ve Minho şaşkınlıkla bakarken Chan gitmesi gerektiğini söyleyerek ayrıldı. Şimdi Minho ve Felix, Minho'nun kendileriyle beraber yalnız kalmıştı.

Chan işini hızlıca halletti. Kardeşini yurda bıraktıktan sonra çalan telefonunu cebinden çıkarıp açtı ve kulağına dayayıp arabasına doğru yürümeye başladı. Minho'ydu arayan ve pek de güzel haberleri yok gibiydi.

"Gel al şu kedini burdan, evimi yıkacak!"

"Ne? Neler oluyor?"

Bir vazonun kırılma sesi geldi arkadan. Minho, Felix'e kızıyordu.

"Hani usluydu bu?!"

"Usluydu zaten. Ne yaptınız, orda neler oluyor?"

"Hızlı ol ve gel çıldıracağım."

"Tamam geliyorum."

Chan telefonu kapattı ve hızlıca arabaya binip Minho'nun evine doğru sürmeye başladı arabasını. Geldiğinde hemen inip arabayı kilitledi ve hızlı adımlarla yürüyüp kapıyı çaldı. Anında açılmıştı kapı, üzerine doğru koşan minik melezi sonradan fark etti. Felix, Chan'ın kucağına tırmandığında Chan dengesini kaybetti bir an. Hemen toparlanıp Felix'in belini kavradı. Minho nefes nefese kapıya gelmişti.

"Nerden buldun bunu sen?"

"Tesadüfen."

"Git geri bırak nereden aldıysan, bulduysan. Nasıl dayanıyorsun cidden? Ufacık bir şey falan ama manyamış."

Chan şaşkınlıkla bir Felix'e bir de Minho'ya baktı. Neler olduğunu anlamamıştı. Felix oldukça usluydu neden böyle dağıttını anlamıyordu.

"Özür dilerim dostum."

"Neyse neyse önemli değil, bir daha kabul etmem ona göre."

"Evet, teşekkür ederim."

"Rica ederim, dikkatli ol."

"Tamamdır görüşürüz."

Minho kapıyı kapattı, Chan ise Felix'e dönüp tek kaşını kaldırdı.

"Neler oldu?"

"Onu sevmedim."

"Ve evini mi dağıttın?"

"Evet?"

Chan derin bir nefes alıp verdi.

"Bir daha sakın."

"Yoksa? Beni bırakacak mısın, o dedi diye mi?"

"Hayıe Felix seni bırakacağım falan demedim, sadece uslu olmak zorundasın bu yaptığın hiç hoş değildi."

"O da hoş değildi."

Chan tartışmanın bir anlamı olmadığına karar verip arabaya doğru yürüdü. Felix'i arka koltuğa bırakıp kendi kapısını açtı. Fakat Felix ön koltuğa geçmişti bile.

"Bakma da eve gidelim artık."

Chan hemen bindi arabaya. İradesini kontrol edememiş gibiydi. Eve doğru sürmeye başladı arabasını.

•••••••••••
sanki biraz 'yazmak için yazdım' bölümü oldu ama neyde.
iyi okumalar<3

kitten'    ☁︎︎ chanlix  ☁︎︎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin