Penceresinden içeri giren kağıda baktı yorgun gözleriyle. Zemine kurulmuş olan yatağından çıkmaya niyeti yok gibi dursa da, hasta olmaktan fazlasıyla sıkılmıştı.
Durmak bilmeyen çınlamalar, 2 gün boyunca peşini bırakmamakla kalmamış dayanılamaz bir baş ağrısını da yanlarında getirmişti.
Yine de, düşündüğü şey ne zaman annesinin yanına geleceğiydi. Yalnız kalmaktan sıkılırdı, annesine göreyse korkardı.
Çekirdek ailesinin en büyük oğluydu. Fazlasıyla mutlu ve huzurlu bir ailenin en büyük oğlu...
Ülkelerinde her şey yolundaydı, Kraliyet ailesinin yönetiminden kimse rahatsız değildi. Tek yaptıkları, yemek yemek, uyumak, çalışmak ve olabildiğince eğlenmekti.
O da etraftaki herkes gibiydi, uyumluydu. Asla aykırı olmamış, olma gereği de duymamıştı. Tıpkı diğerleri gibi.
Tıpkı diğer elfler gibi, o da ağaç evinde yaşıyordu.
Pek de alışagelinmiş değildi belki. Makaralar sayesinde kalın ağaç dallarına sabitlenmiş, kutuyu andıran odalar oluşturuyordu evlerini.
Odaları koridorlar yerine merdivenler ve kısa köprüler birbirine bağlıyordu.
Ama nasıl göründüğünden çok, hissettirdikleri ile ilgilenmişimdir hep. Ev...
Eğer ailenin yanindaysan, her yer ev olabilir diye düşünürdü.
Kendi odasında kalmayı tercih ederdi, bu yaşlı ve büyük çınar ağacının üzerine tırmanmak her ne kadar o ve onun gibiler için kolay olsa da, yükseklik korkusu asla yakasını bırakmamıştı. En alçakta kalan yerdi onun odası.
Rüzgar sert esmedikçe, ipekten yapılmış olan beyaz perdeyi kenara çekmediği sürece, içeri bir şey girmezdi. Bu kâğıt da neyin nesi demekten kendini alıkoyamadı.
Başta ayaklarının onu taşıyamayacağını hissetse de, merakına yenik düşerek uzun süredir çıkmasına izin verilmeyen yatağından ayrıldı.
Bir kâğıttan çok, zarftı bu. Nereden gelmisti? Kim göndermişti? Bir tür mektup mu? Elflerin iletişim icin büyülü yakutları kullandığı bu zamanda, kim sihrin olmadığı dönemlerden kalma ilkel bir yöntemi kullanırdı ki?
Üzerine kuş tüyü yerleştirilmiş beyaz renkteki zarf, mühürlenmemiş ve doğru dürüst kapatılmamıştı.
Hiçbir detayı olmayan bu basit zarf, pek de özel görünmüyordu. Saatlerdir süre gelen yalnızlığı yüzünden olsa gerek, fazlasıyla ilgisini çekmişti bu mektup.
Ama onu, asıl şok eden şey zarfın sol üst köşesine siyah mürekkeple yazılmış olan iki kelimeydi.
Shou Oota.
Mektubun üzerinde kendi ismini görmesinden daha da ilginç olanı, bu dili hayatında bir kere gördüğüne emin olmasına rağmen, onu okuyabilmesiydi.
Dudaklarını birbirine bastırıp, şaşkınlık ve bir o kadar da korku dolu bakışlarını tek bir saniye icin bile ayırmadan zarfı açmaya koyuldu.
***
Dünya, diğerlerinin deyişi ile galaksinin en büyük oğlu, içinde yaşayan insanların sandığından daha da farklı bir yerdi.
Kimsenin kavrayamayacağı, hayale sığdıramayacağı, ifade ettigi sayıları okumayacağı kadar büyüktü. Bir o kadar da yaşlıydı.
Tarihe bakıldığında, başka gezegenlere taşınmış olan her ırkın en başında dünyada olduğunu, olmasa bile dünya ile ilgili büyük bir geçmişi olduğunu söylemek mümkün.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Galaksi Gardiyanları
FanfictionUlaşması gereken yere asla gecikmeyen posta güvercinlerinin sesinden de hızlıydı Gardiyanlar ve onların mesajları.