protect the royal
treasury
✧
Tayland KrallığıSaat, 15.50
19.07.1680Cheayoung'un odasına kapıyı çalmadan girdim ve camın karşısına geçtim. "Aman tanrım Cheayoung bak." Cheayoung elindeki porselen bebeği diğerlerinin yanına, duvardaki oyuncak bebek koleksiyonun olduğu rafa kaldırdı ve yanıma geldi. "Sana bahsettiğim çocuk." Gözlerini kıstı ve annemden zar zor görünen çocuğu inceledi. "Bahsettiğinden daha yakışıklı. Annem o balıkları seçmek yerine karşısındakini sana damat olarak seçmeli." Koluna vurdum. "Saçma sapan konuşma Cheayoung." Aniden yerimde sıçradım. "Cheayoung hemen kafanı eğ bize bakıyor."
✧
"Merak etme, sen git. Ben senin gittiğini kimseye söylemem. Öğrenmelerini de engellerim." "Teşekkür ederim." Duvardaki sarmaşığa sarıldım ve aşağıya inmeye başladım. Aşağıya inince kafamı kaldırdım ve terasımda bana bakan Cheayoung'a gülümsedim. Hemen merdiveni aldım ve diğer tarafta geçtim. Ne kadar erken gidersem o kadar iyiydi. Böylece daha erken saraya dönmüş olurdum.
Pazarın o eşsiz kokusunu ve kalabalığı eş geçip iskeleye gittim.
Yine kasaları taşıyordu. Bende gemiye iyice yaklaştım.Beni görünce kaşlarını çattı. "Yine mi sen?" Gülümsedim. " Bana yardım mı etmek istiyorsun?" Kafamı sallayarak onayladım. "Peki o zaman. Buradaki kasalar saraya gidecek eğer bana yardımcı olmak istiyorsan onları götürebilirsin. "Hayır ben saraya gidemem. Sen onları götür bende bende gemide kalanları indireyim." "Tamam. Nasıl istersen. Ben onları götürürken sende burada kal." Kasaları aldı ve saraya doğru gitti, bende gemiye.
✧
O gittiğinden beri sadece dört kasa indirebildim. Gerçekten çok ağırlar. Onları taşırken bir senede dökeceğim teri döktüm. Ama onunla kalabilmek için buna katlanabilir sanırım.
Beşinci kasamıda indirirken o geldi. "Halk gerçekten Kral ve Kraliçeyi nasıl seviyor anlayamıyorum." "Neden bôyle söyledin ki? Bence ülkeyi çok iyi yönetiyorlar." Hiç bir şey söylemedi. Yere oturdu ve ayaklarını denize sarkıttı. Bende sağ tarafına oturdum hemen. "Halk aç. Yiyecek ekmek bulamıyor ama eminim ki kraliyet ailesi günde dört öğün yemek yiyordur." Evet, dedikleri doğru. günde dört öğün yemek yiyoruz.
Devam etmesi için onu onaylayan sesler çıkarttım. "Halkı kötü haldeyken onların lüks bir hayat yaşaması üzücü. Hiç bir şey söylemedim yada söyleyemedim. Sözlerinin hepsinde haklıydı. Annem hep en iyisini istiyor, babamın ise halk umrunda değil. Tek düşündüğü şey orduyu güçlendirmek. Ama ikisi de bu krallığın halk sayesinde ayakta olduğunu bilmiyor.Uzun bir süre hiç bir şey konuşmadık. O kollarını arkaya doğru uzatmış, elleriyle vücudunu destekliyordu. Gözleri kapalı öylece duruyordu. Ben ise sadece onu izliyordum. "Seni buralarda ilk defa görüyorum. Yeni mı geldin?" "Sayılır. Uzun zamandır denizdeydim. Gemiyle uzun bir yolculuğa çıkmıştım. Geleli bir hafta oldu." O çok havalıydı. O benim ruh eşimdi. Onunla çok fazla ortak yönümüz vardı. Resmen birbirimiz için yaratılmıştık. "Denizcisin yani." Kafasını hafifçe salladı. "Denizi seviyor olmalısın. Bende çok seviyorum. Beni rahatlatıyor. Ama ben senin gibi hiç gemi yolculuğu yapmadım. Hatta ilk defa gemiye senin sayende geçen hafta bindim." Yerinde doğruldu ve gözlerini açtı. "Seninle hala tanışmadık. Adın ne?" Yüzünü bana döndü. Ah gerçekten çok yakışıklıydı. Gözü burnu ve dudakları. Hele ki yüz hatları. Sanki çok yetenekli bir ressam tarafından ince bir fırçayla çizilmiş gibiydi. "Jungkook." Adı bile güzeldi. "Benim adımda Lalisa ama bana kısaca Lisa diyebilirsin. "Lalisa. Prenseslerin adları gibi."
✧
Tayland'da saat dokuzdan sonra sokağa çıkmak yasak. Dokuzdan sonra görebileceğiniz tek şey nöbet tutan askerler ve sokak hayvanları. Eğer o saatten sonra sokağa çıkarsanız para cezasına çarptırılırsınız. Halk zaten fakir olduğu için olan paralarınıda kaybetmek istemiyorlar. O yüzden her saat başı çalan bir saat kulesi var kasabanın ortasında.
Saat şuan 7.40 ve herkes kendi halinde tezgahlarını kaldırmaya çalışıyor. Bende bundan yararlanıp bulduğum içi boş balık kasalarını üst üste koyup üstüne çıktım. Sabah koyduğum merdiven yardımıyla diğer tarafa gerekirken merdiveni bulamadım. Birisi alıp diğer tarafa koymuş olmalıydı. Bir bacağımı diğer tarafa attım ve diğer bacağımlada üst üste koyduğum kasaları devirdim.
Birisi saraya birisinin girdiğini böylelikle anlayabilirsiniz sonuçta.Sokakta kimse olmadığı için kutular devrilince büyük bir ses çıktı ortaya. Ben diğer bacağımıda diğer tarafa atmaya çalışırken sokağın başında bir ses yankılandı. "Kim var orada?" Korktum ve acele etmeye çalıştım. Merdiven olmadığı için aşağıya atlamak zorundaydım. Atlarken elbisem tellere takıldığı için biraz yırtıldı ve o yükseklikten atladığım için ayak bileğim acımaya başladı.
✧
"Afiyet olsun." Cheayoung yemek masasından kalkınca onun peşinden bende kalktım. "Afiyet olsun herkese." Yavaş adımlarla odadan çıkarken Krala selam verdim. Benden biraz daha ileride olan Cheayoung'a yetişmek için adımlarımı hızlandırdım. "Hey Cheayoung beni bekle." Sesim arkasına bana dönen Cheayoung'un yanına varınca durdum. "Odama çıkalım." Sana anlatıcaklarım var."
Onunla birlikte odaya çıkınca yanıma, yatağıma oturdu. "Ah Cheayoung bu gün onunla tanıştım." Cheayoung'un gözlerine birden ışık geldi. "Aman tanrım adı neymiş?" "Jungkook" "Junkook ve Lalisa. Isimleriniz uyuşuyor resmen birbiriniz için yaratılmışsınız.
✧
miamagi
ŞİMDİ OKUDUĞUN
protect the royal treasury | liskook
FanfictionBen sessizce karanlık odada otururken bir taç takacağım. İnsanlar dışarıda öldürülürken, acı çığlıkları odayı boydan boya kaplayacak. Tavandan yüzüme bir sıvı damladığında, istemsizce gülümseyeceğim. Ve sen ağacın altında son nefesini verirken de yü...