9|now every word is a whisper, and every sound is a song.

51 16 0
                                    

Sevgili Jeno'ya

Bugün içim içime sığmıyor Jeno, oldukça mutluyum. Sebebi hoşuna gitmez belki ama ben öleceğim için mutluyum, bu dünyadaki zamanımı doldurup artık yanına gelebileceğim için mutluyum.

Bu sabah Jimin ile birlikte kahvaltı yaptık uzun bir süre sonra, bu ay işinde daha da yükseldiğini ve artık daha rahat yaşayabileceğimizi anlattı, yüzümde bir tebessümle onu dinledim. Kadınların iş dünyasında yükselmesi zordur, doksanların ortasında bu hâlâ zor ama Jimin sıkı çalışarak şirketinde gayet iyi bir pozisyona ulaşmış ve saçma sapan bir şekilde bunun benim sayemde olduğunu düşünüyor, söylediğine göre ona seni anlatırken laf arasında aklına bir fikir getirmişim, bu fikir ona kocaman kapılar açmış. Tam olarak böyle olduğunu düşünmüyorum Jeno, o her şeyi kendisi yaptı ve kendisi başardı, bu yüzden onunla gurur duyuyorum.

Sonra, kahvaltımızın ortasındayken korkunç bir bulantı hissiyle kalkıp banyoya koştum, bu bir süredir biraz sık yaşadığım bir şey ama Jimin ilk defa şahit olduğundan oldukça panikledi, özellikle son zamanlarda iyice zayıfladığımı ve çöktüğümü söylüyor, kendime dikkat etmem gerektiğini dile getirip duruyordu ama dinlemiyordum. Bu sabah ona direnemedim, beni uzun zaman sonra evden çıkardı ve yaka paça hastaneye götürdü, korkmuş görünüyordu. Ev arkadaşına zarar gelsin istemiyordu belli ki.

Muayenelerden geçtim, orada bulunuşumun her dakikasından nefret ettim ve Doktor Bey uzun bir süre sonunda yanımıza geldi, onu ilk gördüğüm anda sana benzediğini düşünmüştüm, öyle sevimli, şen şakrak, şakacı bir adamdı. Ama sonra geldiğinde yüzü kararmış, kapkara olmuştu. Uzun uzun konuştu, konuşurken benden çok Jimin'e baktı. Sanki benim ne olup bittiğini umursamadığımı anlamıştı. Öleceğimi bildiğimi biliyordu Jeno, bu yüzden bana bir şey söylemedi, Jimin'i teselli etti, sonra mide kanseri olduğumu söyledi, tamamen iyileşmemin mümkün olmadığını ama uygulayabilecekleri tedaviye daha uzun yaşayabileceğimi.

Üzülmedim. Hiçbir şey hissetmedim. O sıralarda aklım boştu, sadece boş, bomboş. Hatta bir an evde kalan defterimi düşündüm, kara kaplı, içine hiçbir şey yazamadığım defteri, sanırım bir fikir bulmuştum canımın içi, sana hâla söyleyebileceğim bir şeyler vardı, hâlâ yazabilirdim.

Her türlü tedaviyi reddettim, Jimin çok direndi ama onu dinlemedim. O da bana biraz kırıldı ama bunu da atlatabileceğimizi biliyordum, geçerken aldığım bir gülü eline tutuşturdum ve beni affetmesini söyledim. Öleceğini bilen adamlar biraz pervasız olabilir diye savundum kendimi, bana küs kalamadı.

Şimdi evimize geldim Jeno, paltomu astım, yüzümde bir gülümseme var yine, uzun zamandır görülmeyeninden. Masanın başına geçtim, kitabımı yazmaya başlayacağım birazdan, muhtemelen bu kitap yazdığım ve bu dünyada bıraktığım son şey olacak. Aslında burada bırakacak olmak çok üzüyor beni, yanımda götürüp sana verebilmek isterdim çünkü. Seni okurken izlerdim, seni gülerken bir kez daha görürdüm belki, sonra mutlu olurdum, kalbim bir daha ağrımazdı, güzel olurdu.

Daha sana çok şey yazabilirim sevgilim, ancak mektubu burada bitirmem gerekiyor. Sana şimdi veda etmeyeceğim, muhtemelen ölmeden önce bir mektup daha yazmak için şansım olur. Belki de olmaz, bilmiyorum. Ama şimdi veda etme sırası değil hiç.

Bugün de mutluyum sevgilim, çok mutluyum, yanına geleceğim, seni yine göreceğim.

-Na Jaemin, 12 Aralık 1997

The Life We Could Have HadHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin