Bölüm 7

89 2 0
                                    

‘’Acemi şansı.’’ Kıkırdamaya eşlik ediyordu.

Ve böylece Eylül adamın yalnızca hırsız olduğuna emin olmuştu.

Akşamüstüne doğru Van’a ulaşmışlardı. Çıkmaz sokağın sonuncu evine geldiler. Kırık dökük bahçeye gireceklerdi. Ege sırt çantasını tek eliyle taşıyordu, diğer eliyle kapıyı itti. Eylül içeri süzüldü. Heyecanlıydı, ürkekti. Yavaşlayarak Ege’nin öne geçmesine izin verdi.

Ege rahat davranıyordu. Gerginliği gitmiş, sıradan bir gün yaşıyormuş gibi. Birkaç kez tıkladı ve beklemeye başladı.

Kilit sesi duyuldu. Eylül’e küçüklüğünü hatırlatmıştı. Anıları üzerine kafasını bahçeye çevirdi. Unutmak istiyordu. Unutmamalıydı aslında. Umudu yoktu, ama belki bir gün intikamını alabilirdi.

Kapıyı açanı görünce düşüncelerinden sıyrıldı. Esmer, kısa boylu, zayıf, bir o kadar da güzel bir kız. Beş-altı yaşlarında, aşkla bakan, masum bir kız. Ege’yi görünce gülümsemişti.

‘’Da, hatin.’’

Anlamadığı bir şeyler söylemişti küçük kız. Koridordan bir hatun geliyordu. Siyah eteği, siyah bluzu, üzerine nakış işlenmiş, mor çiçekli tülbendi.  Çenesini kapatıyordu bu tülbent. Küçük kızın gözleri gibi kara, boncuk gözleri vardı. Ellerini bağrında birleştirdi. Yine Eylül’ün anlamadığı bir şeyler mırıldandı. Ege’nin gülümsemesi çok içtendi. Elini öpüp sarıldı hatuna.

‘’Nav xere de bi.’’ Dönüp Eylül’ü içeri çekti. Hala gülümsüyordu.

‘’Burada kalacaksın bu gece, korkacak hiçbir şey yok. Keyfine bak. Gitmeliyim.’’

Eylül çıkarken onu kolundan yakalamıştı.

‘’Türkçe biliyorlar mı? Nasıl anlaşacağım?’’ Ege’nin uzattığı hapları cebine koymuştu.

‘’Birazdan büyük oğlu gelir. O biliyor. Temizlen, dinlen, rahatça uyu.’’ Bir şeyler söyleyip evden geri çıkmıştı Ege.

Eylül mahcup bir şekilde küçük kızı takip etti. Ev iki odalıydı, küçüktü. Sıcacıktı. Kapı açıldığından beri sıcaklığı hissetmişti. Tanımadığı bu insanlar ona yuva açmışlardı.

Bir saat kadar anlaşılmayan bir şekilde küçük kızla oynadı. Sürekli gülüyorlardı. Kız onun bal rengi saçlarını çok sevmişti. Yabancılık çekmeden kucağına oturuyor, saçlarına dokunuyordu. Eylülse gülerek karşılık veriyordu.

Kapı çaldı. Küçük kız birden kalkarak kapıya koştu. ‘hapsız da enerji olabiliyor’.

İçeri on beş yaşlarında uzun, yine güler yüzlü bir çocuk girdi. Başıyla selam verdi Eylül’e.

‘’Hoş geldin abla.’’ Büyük oğlan bu olmalıydı. Güler yüzlü olmanın da genetik olduğunu düşündürmüştü.

Karnını doyurmuştu, temizlenmişti, sıra biraz dinlenmekteydi. Yaptığı tek şey her günkü gibi bankaya gitmekti ve birden kendini evinden kilometrelerce uzakta, kaçırılmış bulmuştu. Ne zaman evimdeydim ki? Yedi yaşlarındaki vahşetten sonra kendini asla evinde hissetmemişti. Annesi ölmüştü. Babası da. Ya da belki… Babası yalnızca kayıptı, içinde küçücük bir umut yaşıyor olabilirdi. Güzlerini sımsıkı kapattı ve kendini uyumaya zorladı.

***

Yeni, yepyeni ayakkabılarına aldırmayarak çamura gire çıka koşmaya başladı. Nereye kaçabilirdi ki? Plansızca koşuyordu. Uzun ayçiçeklerine daldı. Boyunu saklayabilecek kadar uzundu bu çiçekler.

Seslerle irkilmişti. Kulaklarını tıkamak isterken ayağı takıldı ve yuvarlandı. Neredeyse tarlanın diğer tarafına geçmişti. Peşinde birilerinin olmadığını anlayınca yavaşça eve geri yürüdü. Ufak yüzünden yaşlar akarken sesi çözmeye çalışıyordu. Bilmek istiyor muydu? Çiçeklerin arasından eve görebilecek kadar yaklaşınca bıçağı hala tuttuğunu fark etti. Eli kanla kaplanmıştı, kıyafeti,  ayakkabısı… Çamur kan karışımı. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluşmuştu. Uçurtma uçurmaktan daha zevkliydi bu. Hem bunda da koşmuştu. Fazlasıyla. Diğer elini açıp uçurtma kesiklerine baktı. Geri kapadı ve acıyı yok sayarak eve yürüdü. Araba yoktu. Ses yoktu. Annem? Çekingen adımlarla kapıdan girdi.Annesi kızmasın diye ayakkabılarını kenarda çıkardı. Ah, zaten çok kirliydi. Bıçağı da ayakkabılarının kenarına bıraktı. Yavaşça kan izlerini  takip ederek odaya süzüldü.

‘’Anne?’’

Oda boş,  yerler artık tamamıyla kanla kaplanmıştı. Yerde koparılmış ipler vardı. Annesinin duşta olacağını düşündü. Her sıkıntıdan sonra böyle yapardı. Ah, evet su sesleri. Üst kattaki banyoya çıkarken yerdeki kan izlerine baktı. Buraları temizlemeye yardım etmeyi kesinlikle istemiyordu. Yukarı çıktıkça iğrenç kokuyu duyuyordu. Banyo kapısının önüne geldiğinde keskin koku başını döndürmüştü. Iyy. Annesine seslenmek için ağzını açtı ama midesinden yükselen ve boğazını yakan şeye karşı koymak için sustu.

Kapıyı tıkladı. Kapı kilitlenmemiş, hatta kapatılmamıştı. Kapının açılmasıyla koku suratına çarptı. Ah, hayır yedi yaşındaki bir kızın midesi bu kadarını kaldıramazdı.  İçeri girip klozete kusmak istedi. Adımını atar atmaz donup kalmıştı. Küvetten yere taşan kan su karışımı çoraplarını ıslatıyordu. Hala taşmaya devam ediyordu. Ama onu daha da rahatsız eden annesinin küvette kanlı suda yatmasıydı. Bir kolu ve bacağı küvetten sarkmış, düzensizce yatıyordu. Yüzünü buruşturarak ona yürüdü.

‘’Anne, kalk. Su çok kirli.’’ Tepki vermeyen annesine boş gözlerle bakıyordu.

‘’Anne, kalk!’’ sesi daha yüksek çıkmıştı. Aklından annesinin öldüğü geçiyordu ama hayır, o ölemezdi. O benim annem, nasıl ölür? Sesi daha öfkeli halde bağırdı.

‘’Anne, kalk! Anne… Anne!’’ yanaklarından süzülen yaşları sildi. Annesi onun acıkmasına asla dayanamazdı.

‘’Anneciğim, kalk. Karnım acıktı.’’ Gülümsedi, annesi kesin kalkacaktı.

Sonuç yok. Ne kadarda aptaldı. Öldüğünü için için biliyordu. Ölemez. Ölmüştü. Kaşlarını çatarak banyodan çıktı. Lanet olsun. O kabadayıların kullandığı bu kelime duruma tam uyuyordu. Hızlıca aşağı indi. Çalışma odasında olduğunu umduğu babası da yoktu.

‘’Baba?’’ Askılığa baktı, paltosu yoktu. Küçük kamyonetin anahtarları da yoktu. Ve ayakkabıları da.

O sırada, kendini yapayalnız hissetti. Yayladaki o köpek yavrusu kadar yalnız. Gözünden tek damla yaş inmeden dakikalarca durdu. Donmuştu. Akşamüstünün serinliği açık kapıdan ona çarpıyordu. Ne yapacaktı. Avucunun içi gibi bildiği bu yayladan köye geçip kendini şehre götürtebilirdi.

İğrenç kokuya daha fazla tahammül edemeyecekti. Tüm kıyafetlerini çıkardı. Yenilerini giydi ve geçen doğum gününden kalan botlarını ayağına geçirdi. Mavi. Ne kadar güzel bir renk. Elindeki kurumuş kanla banyoya geri döndü. Annesine bakmıyordu. Öldüğü için ondan nefret ediyordu. Ellerini yıkadı. Kokudan kurtulmak için geri çıkacakken durdu. Son kez olacaktı bu bakış. Nefret etse de bir sıkıntı olamz diye düşündü. Son olacaktı sonuçta.

Gözleri annesiyle buluştuğunda kesinlikle yanıldığını fark etti. Ondan tam anlamıyla nefret ediyordu. Nasıl ölebilmişti? Yüzünü buruşturarak aşağı indi. Bulabildiği tüm parayı ceplerine doldurdu, mutfaktan yeni bir meyve bıçağı aldı ve havanın loşluğunda köye yöneldi. Nasıl oluyor da sabah o mükemmel, güzel kadına âşık bir kızken şimdi nefret edebiliyordu? Anne, beni bırakmamalıydın. Ve tuttuğu yaşlar gözlerinden yanaklarına süzülmeye başladı.

***

Derin bir nefesle uyandığında gözlerindeki yaşları sildi. Gecenin karanlığında, bu yabancı evde, kâbusları yine onu bırakmamıştı. Gülümsedi. Hiç değilse kâbuslarım beni bırakmıyor.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 22, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Emre İtaat EtHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin