***
Beyaz ayakkabıları çamura batmıştı. Yeşillerin içinde doyasıya koşuyordu, oynuyordu, gülüyordu. Altı yaşındaki birinin umursamazlığı vardı üzerinde. Ama hayır, o yedi yaşındaydı. Dün yedi yaşına basmıştı. Hediye olarak gelen ayakkabılarıyla ve uçurtmasıyla tüm günü oynayarak geçirmişti.
Evi görebilecek mesafeye geldiğinde kapının önündeki siyah arabaya şaşırmıştı. Net seçemiyordu neler olduğunu. Duraksadıktan sonra hızını artırdı. Yaklaştıkça sesler gelmeye başlamıştı. Çığlık mıydı o sesler? Annesinin çığlıkları? Yayladaki tek evden neden çığlık sesleri gelsin ki? Araba da olmamalıydı. Misafir gelmezdi onlara. Evet, evet annesinin çığlıkları. Artık koşamıyordu. Korkmuştu. Adımları zorlamaydı. Siyah arabadan olduğunca uzak eve yaklaştı. Kapı aralık, giriş çamurlu. Arada babasının sesi de geliyordu. Yakarış. Aynı filmlerdeki gibi ‘’yapmayın, ödeyeceğim, rahat bırakın onu’’.
Nefesini düzene sokmaya çalıştı. Korkmadığını kanıtlamaya çalışıyordu kendine. İçeriden birileri görmesin diye çöktü. Küçük parmaklarını pencerenin önündeki saksılara dayadı ve biraz yükseldi. Cam açıktı, dolayısıyla uçuşan perdeden içeriyi görebiliyordu. İri yarı bir adam yerde bir şeyi tekmeliyordu. Adamın vücudu sarsıldıkça yerdeki çığlık atıyordu. Annem. Korkudan nefesini tutmuştu. Yere çöktü ve sessizce verdi. Ne yapacağı konusunda hiçbir fikri yoktu. Her çığlıkta canı yanıyordu, bedeninden bir parça kopuyordu sanki. Annem. Benim canım, annem. Babasının sesiyle kendine geldi.
‘’Yalvarırım, bırakın onu. Bana vurun, bırakı-‘’ Sesi ağlamaklıydı o adamın. Koca çınar –onun için tüm zorluklara göğüs gerebilecek adamın tabiriydi bu- şimdi kırgınlıktan cümlesini tamamlayamıyordu.
Kalbine bir şeyler oldu. Ne yapabilirdi ki bu zayıf kollarla? O gün tüm zayıflığına lanet etmişti. Zayıf olmasaydı içeri girip o adamı döver annesini kurtarırdı.
Gözleriyle avluyu süzdü. Masada meyve bıçağı duruyordu. Düşünmeden bıçağı aldı ve dikkatlice kapıdan girdi. Annesi üzülürdü ama ayakkabılarını çıkaracak vakti yoktu. Sonra temizlerdi ortalığı –oysaki her denediğinde yaptığı tek şey ortalığı daha da kirletmekti-. Bir kez daha tuttu nefesini. Yapmak istediği şey ses gelen odaya bakmaktı. Yavaşça kafasını uzattı. Yerlerde uzayan kırmızı izler. Annesi kıvrılmış yerde yatıyor. Babası kapının karşısında, odanın sonunda yabancı bir adamın ellerinde. Ve bir çığlık daha. İri adamın güçlü tekmesi. Elinde olmadan vermişti nefesini. Haliyle fark etmişlerdi onu. Babası bu sefer ona dönmüş bağırıyordu.
‘’Eylül, kaç. Kaç.’’
Bu sözler üzerine annesi kafasını ona çevirdi. Kim bilir ne kadar zorlanmıştı.
‘’Seni seviyorum. Seni çok seviyorum. Kaç, buluşacağız.’’ Yüzünden kanlar akıyordu. O güzel kadın tanınmıyordu. Güzelliğinden defalarca nazar değmiş, sayısız talibi olan, biricik annesi o kadın, tanınmıyordu.
Arkasını dönüp koşmaya başlamadan iri adam onu saçlarından yakaladı. Hışımla kucağına aldı minik kızı.
‘’Şuna bak, annesi kadar güzel olmasını bekleyemeyiz ama bu da şirinmiş.’’
Küçük kız bu sözleri algılayamamıştı. Sol eliyle adamı ittiriyordu ama nafile. Güçsüzlüğüne bir kez daha lanet etmişti. Sağ elinde saklamaya çalıştığı bıçağı adamın omzuna geçirdi. Tam saplayamamıştı ki yere düşerken çekti. Acımadan adamın sol köprücük kemiğine bastırdı bıçağı. Sonra da sağ göğsüne kadar sürükledi. Ağlamıyordu. Müthiş bir zevk vermişti annesine zarar veren adamı incitmek. Adam yerde kıvranırken koşmaya başladı. Diğer adam onu yakalamadan kaçmalıydı.
![](https://img.wattpad.com/cover/18837737-288-k539596.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Emre İtaat Et
AventuraHer zaman güzel olmak isteriz. Ama bu güzellik hayatımızı iyi yönde mi etkiler kötü yönde mi? İlerledikçe seyri değişecek, ayakta kalma mücadelesi. (Hikaye kesinlikle Türkleri temsil etmemektedir. Türkler hikayedeki gibi kin, zina, intikam düşkünü d...