Gökyüzü bugün masmavi ve berrak görünüyordu. Ruh halim bir çok insan gibi gökyüzünün haline göre değişiyordu. Ve gökyüzü bugün çok güzeldi.
Hastalığıma inat içimde asla yok olmayan, hatta yok olmayı geçtim azıcık bile azalmayan bir yaşama isteği vardı. Zaten doktorum da hep bu hastalığa yaşama isteği olan cıvıl cıvıl insanların yakalandığını söylemişti.
Üçüncü evre kanserdim.
İlk öğrendiğimde doktorum ilk evrede olduğum için fazla yayılmadığını, merkez organla sınırlı kaldığını söylemişti ve bu oldukça yüksek bir moralle tedaviye başlamama sebep oldu. Ama hastalık onların bile anlamlandıramadığı bir hızda ilerleyip lenf bezlerime kadar sıçramıştı.
Doktorum böyle devam ederse birkaç aya hastaneye yatmam gerekeceğini çünkü kanserin hastaneye bile yürüyemeyecek kadar ödem yaratacağını söyledi.
Bu son gelişmeyle hastaneden ayrıldığımda havanın bu denli açık olması içimi ferahlatmıştı aslında. Etrafımda bana destek olacak, beni teselli edecek birileri olmadığı için bu işi kendi başıma yapmalıydım.
Bazen neden hiç arkadaşım olmadığını düşünsem de sonrasında bu halimle onlara yük olacağımı düşünüp vazgeçiyordum.
Arkamda benim için üzülen insanlar bırakmak istemiyordum.
Bu yüzden hastaneden ilk çıktığımda aniden bir karar vermiştim. Ne olursa olsun son zamanlarımı mutlu, huzurlu, tasasız yaşayacak ve sonra da sanki hiç var olmamışım gibi yok olup gidecektim. Bunu yaparken de en büyük korkumu sonuna kadar göz ardı edecektim.
Arkamda ölümümden sonra beni hatırlayan bir insanın olmaması...
Bu tam anlamıyla yok olmak demekti. Yeryüzünden silinmek demekti. Yanından geçtiğim insanlar, başını okşadığım sokak hayvanları, hastanede selamlaştığım çalışanlar için hatıralarından sonsuza dek silinmem demekti.
Hiç doğmamış olmak demekti.
Düşüne düşüne evimin olduğu binaya girdim. İkinci katta oturuyordum ve asansör yoktu. Hasta olana kadar bunu pek önemsememiştim ama şimdi onca katı çıkmak çok zor geliyordu. Yakında hastaneye de taksiyle gidip gelmem gerekecekti ve bunun için yeterli bütçem yoktu. Tüm gelirim tedavime gidiyordu hatta bir kısmını doktorum karşılıyordu.
Evimin katına geldiğimde yan dairemin önündeki kutuları görünce duraksadım. Biri veya birileri taşınıyordu. Sessiz bir komşum olmasını diledim içimden çünkü yorgunluğumun üstüne gürültü hiç iyi gelmezdi.
Tam kutuların önünden geçerken kıpkırmızı rengiyle gözlerimi alan elektro gitara doğru çevrildi başım. İstemsizce eğilip parmaklarımın ucuyla tellerine dokundum.
"Çok güzelsin." dedim sessizce.
Gerçekten göz alıcıydı ve müzik aletlerine ilgim olduğu da bir gerçekti.
"Teşekkür ederim." diye bir ses yükseldiğinde irkilip arkamı döndüm. Çömelmiş bir biçimde yukarı baktığımda bana doğru hafifçe eğilmiş sarı saçlı bir çocukla karşılaştım. Oldukça dikkat çekici yüz hatları vardı, benimle aynı yaşlarda gibiydi.
"Şey, gitarımı seslendirdim. Sahibi gibi naziktir." deyip kıkırdadı.
Benim gibi pozitif biri için her şey huzur verici olabilirdi ama bu başka bir şeydi. Başka bir hissiyat, açıklayamayacağım saniyelik bir duygu.
Kahkahası içimi ısıtmıştı.
Tebessüm edip ayağa kalktım, ondan kısaydım.
"Eminim sesi de kişiliği gibi güzeldir."
Tekrar kahkaha attı.
"Öyledir, neticede onu ben yetiştirdim." deyip duraksayarak yüzümü inceledi. Ne diyeceğini tahmin edebilecek kadar çok maruz kalmıştım bu bakışlara. Son günlerde uyuyamadığımı, bu yüzden bu kadar solgun ve yorgun olduğumu söyleyecek ve geçiştirecektim.
"Gözlerin saçınla aynı renk!" dedi heyecanla.
Eğer kendimi tutacak gücüm olmasaydı oracıkta ağlardım.
"E-evet öyle." dedim cümlemi toparlamakta zorlanırken. Gerçekten yüzümün berbatlığını fark etmiyor muydu yoksa kapı komşusuna kibarlık mı yapmaya çalışıyordu?
"Neyse, ben seni tutmayayım. Zaten taşımam gereken bir ev var." deyip pufladı. "Belki sonrasında sana harika mutfak becerilerimle bir kahve yaparım!" deyip bir anda yerdeki kutuyu kucakladı. Ben ne olduğunu anlamadan aceleyle evine girip kapıyı kapattı. Anlık hareketine anlam veremesem de bitmeyen yorgunluğuma daha fazla direnemeyerek kapımı açıp içeri geçtim. Salona doğru adımlayıp balkona bakındım, çiçeklerime doğru.
Yavaş yavaş soluyorlardı.
"Kendini çiçeklerle bağdaştırma, sakın." dedim kendi kendime.
Ama içimden bir ses biliyordu; mutsuzluk sonsuza kadar sürer.*
Ayakta tutmaya çalıştığım moralim azıcık bile bozulursa ne olacağını çok iyi biliyordum. Sonumun çiçeklerim gibi olmasını istemiyordum. Solup gitmek, toprağa karışmak, başka canlıların kaynağı olmak istemiyordum.
"Yaşamak istiyorum." diye fısıldadım.
Belki de bininci kez, gerçekleşmeyeceğini bile bile.
•
*Vincent Van Gogh

ŞİMDİ OKUDUĞUN
drawn to the blood / mafuyu×yuki
FanficÖlüme alışmaya çalışırken kapı komşusuyla tanışan Mafuyu; son zamanlarını mutlu geçirmekle hiç tanımadığı birini üzmemek arasında gidip gelmektedir. ⚠️ANGST!