Bir krallık düşünün, sınırları gün geçtikçe büyüyen, verimli topraklarından her türlü güzellikler fışkıran, halkı mutluluk ve refah içerisinde yaşayan.
Bu krallık tam olarak Park Krallığıydı, sürüleriyle ün salmış, her girdiği savaşta galibiyetle ayrılan kralları sayesindeydi bu huzur.
Park Krallığının toprakları dört bir yana dağılmıştı, sınırları her sene biraz daha genişlerken, halk zaferlere doyamayıp savaşlar istemeye devam ediyordu. Alınan onca can kimsenin umurunda değildi, insan oğlunun içinde vardı aç gözlülük, kazanan kendi krallıkları oldukça savaş fikri kötü gelmezdi halka.
Merhum kral da halkının istediğini fazlasıyla vermişti, ömrü savaş meydanlarında geçerken sınırlarını olabildiğince genişletmişti. Nereden bilebilirdi ki sürüsü ve krallığı zirveyi emin adımlarla tırmanırken ansızın çıktığı bir yolculukta can vereceğini?
Bazı insanlar hırsları yüzünden kör olup geleceği düşünmekten şimdiki zamanı bir türlü yaşayamazdı, Kral Park da bu insanlarla aynı kaderi yaşamıştı. Krallığının geleceğini kendi elleriyle inşa ederken şimdiki halini doya doya yaşaması mümkün olmamıştı.
Bu ani ölüm yeni bir kral getirmişti halka, babasının isteği üzerine tahta çıkan Park Jimin hiç de babasına benzemiyordu. Toprakları dört bir yana dağılmış koskoca Park krallığının yeni kralı, her şeyiyle krallığına oldukça tezattı.
Görkemliydi Park krallığı, uzaktan bakan bir göz imrenirdi bu topraklara ama Kral Jimin kendini bir kez olsun toprakları kadar görkemli hissedememişti. Acizdi kendi gözünde, kral olmayı hak edemeyecek kadar aciz bir bedene ve ruha sahipti.
Ne beklenirdi ki zaten, gencecik yaşında, toy bir gencin omzuna bu denli bir yük koymak ne kadar mantıklıydı?
Büyüyememişti Jimin, o tahta nasıl oturacağını bile bilmezken önüne serilen bu koca dünya başını döndürmüştü, feleği şaşmıştı zavallı bedenin.
Park Krallığının surları her türlü düşmana ve saldırıya çelikten yapılmışçasına dayanıklıyken, Jimin kendi ruhu için aynı şeyleri söyleyemezdi. Narindi Park Jimin, bir kralın olamayacağı kadar narin bir alfaydı. En küçük saldırıda bile yıkılabilecek kadar naif bir ruha sahipti.
Bu yüzdendi halkın onu sevemeyip, benimsememesi. Halk kan döken, onlar için daha fazlasını verebilen bir kral istiyordu, Park Jimin gibi korkup, kabuğuna çekilen bir kral değil.
Zavallı gencin babası gibi çevresindeki insanlara korku salması imkansızdı, üzerindeki altın işlemeli kıyafetler ve ağırlığından taşımakta zorlandığı görkemli tacı olmasaydı saygı duyulmayacağının da gayet farkındaydı. Yaptığı şeyler değil, üzerindeki ağır sıfattı ona saygı duyduran, milletin önünde boynunu bükmesini sağlayan.
Diğer krallar gibi olamamıştı hiç, merhum babası gibi sert yüz hatları yoktu, ya da düşmanlarına korku salabileceği güçlü feromonlarla da doğmamıştı, aksine yumuşak yüz hatlarıyla, naif sesiyle ve eşsiz ferah kokusuyla etrafındakilere huzur vermekten başka bir işe yaramıyordu. Belki de çoğu kişinin istediği özelliklere sahipti ama Jimin bunların hiç birini istememişti.
Jimin'in istediği tek şey güçtü, biraz daha güçlü durabilmek, bir kralın özelliklerine sahip olabilmek, halkına kolayca boyun eğdirebilmek. Tüm kralların yaptığı bu değil miydi zaten? Neden işler kendisine gelince bu denli zorlaşmıştı?
Tahta çıkması kolaydı, babasının son arzusu üzerine kimseyle savaşmadan, kan dökmeden kolayca oturmuştu herkesin hayallerini süsleyen o malum koltuğa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
La Douleur Exquise / yoonmin (ara verildi)
FanfictionPark Jimin zarif bir alfaydı, savaş meydanlarında boy gösteremeyecek kadar narin bir kraldı. Zayıflıklarının farkında olmak onu zaman geçtikçe çok daha korkak bir krala çevirirken bir anlaşma sonucunda sarayına adım atan omega, tüm tarihi baştan yaz...