26.BÖLÜM : ZÜMRÜDÜANKA

491 57 338
                                    

Bundan henüz birkaç ay önce ne kadar da masum ve normal bir hayata sahiptim. Annem sandığım kadın, annem değildi. Öz annem ve babam, kendi krallıklarının kralı ve kraliçesiydi. Bir ikiz kardeşim vardı. Bunlar yetmiyor gibi her birimiz farklı yerlerdeydik. Belkide kimimiz ölü kimimiz yaşıyorduk.

Ben henüz on altı yaşındayım. Doyasıya koşabilmeliydim, eğlenmeliydim, mutlu olmalıydım, hayatın güzelliklerini yaşamalıydım. Ama ben bunlardan mahrum kalarak hayatın omuzlarıma bıraktığı gerçekler ile her gün daha çok bilinmezlik bataklığına batıyor, her gün daha çok acı çekiyordum.

Anne ve babamın öldüğünü düşünmek bana acı veriyordu. Bunların harici ise kardeşlik sevgisini hiç tatmadığım ikizimi görmeyi, ona dokunmayı ve hatta ikizime sarılmayı istiyordum.

Tüm bu düşünceleri isterken ben ne haldeydim? Kalbim acıyordu, bu acı gün geçtikçe artıyor gün geçtikçe beni yalnızlık kuyusunun en dibine itiyordu.

Sevgi denilen o duyguya meğer yıllarca aç kalmışım. Kardeş ve aile sevgisi beni yiyip bitirmiş. Bunlardan habersiz büyüyen bir genç kızın kalbi ne kadar iyi olabilirdi ki.

Düşünceler beynimi esir almışken, bedenim bu gerçeklerin yorgunluğuna sonsuza denk müebbet yemiş gibiydi. Kalbim sonsuzluğa giden yalnızlığını aşamıyor, gözlerim yanlızlığı aşmak için elinden geldiğince göz yaşı döküyordu. Canım acıyor, hayatım ellerimin arasında bir kum saati gibi eriyip gidiyordu.

Ne yapacağımı dahi bilmeden bir yokluğun içinde boğulmak istemiyordum. Çaresizliğin verdiği bu yorgunluğu üzerimden atmak istiyordum ama bu gücü kendimde bulamıyordum. Halsizdim, defalarca sırtıma geçirilen hançerlerin ağrısı kalbime iniyordu. Çaresizlik denizinin ortasında boğulduğum yetmez gibi birde dibe batıyordum.

Ağlamaktan şişen gözlerimi araladığımda kimse yoktu. Fırtına dinmişti. Dizlerimin üstünde çöktüğüm yerden yavaşca kalktım. Etrafıma bakınmaya başlamıştım. Herkes neredeydi? Ağır adımlarla yürüyerek mağaranın girişine doğru ilerledim. Atım Arod bağladığım yerde yoktu. Biraz daha ilerleyip mağaradan çıktım.

Herkes dışarıda oturuyordu. Beni gören Albert hızla ayağa kalkıp yanıma yürüdü "Aleda iyi misin?" gözlerindeki endişeyi görebiliyordum. Ona doğru bir adım attım ve tam gözlerinin içine baktım. Aramızda birkaç santim mesafe kalmıştı. Şuan sadece içimden geçeni yapmak istiyordum. Belki böylelikle kendimi daha iyi hissederdim. Bir adım daha attım ve artık aramızda santimler bile kalmamıştı. Ellerimi onun boynuna doladım ve ona sarıldım. Bir anlık şaşırmış olsa da belli etmeyerek o da ellerini belime doladı. Kollarının arasında olmak bana huzuru hissettirirken kulağına doğru fısıldadım "İyi miyim bilmiyorum Albert." söylediklerime karşıt bana daha da sıkı sarıldı.

Kollarımı boynundan çektim ama onun elleri hala belimdeydi. Fakat sarılmayı bırakmak için kollarımı indirmemiştim. Sadece boyu benden uzundu bu şekilde sarılmak zor olmuştu. Ellerimi onun sırtına koydum ve kafamı da göğsüne yasladım. Gözlerimi kapattım ve o huzuru yeniden hissettim.

Kollarının arasındaki sıcaklığı ve samimiyetini hissettiğim tek kişi Albert'dı. Onda bulduğum huzuru başka hiçbir şeyde bulamamıştım. O sırada birşey fark etmiştim. Kafamı göğsüne koyduğumda duyduğum ses gülümsememe neden olmuştu. Albert'in kalbi öyle hızlı atıyordu ki, kalbi göğüs kafesini aşıp yerinden çıkacak gibiydi. Kafamı kaldırdım, çenemi göğsüne yaslayıp ona baktım ve gülümsedim. O da bakışlarını bana çevirip gülümsediğinde kalp atışlarımın hızlanmasına engel olamamıştım.

O sırada Axel ve Emma'nın bize bakarak kıkırdadıklarını duymuştum. Bu yanaklarımın kızarmasına neden olmuştu. Sanırım üzgünken pek de mantıklı hareket edemiyordum.

KAYIP KRALLIK : YENİDEN DOĞUŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin