Three

1.2K 91 82
                                    


Okul koridorunda sürekli arkama bakarak bir suçlunun polisten kaçtığı gibi duvar dibinden yürürken bu durumun dışarıdan ne kadar komik durduğunu düşünüyordum. Saklanayım derken daha çok dikkat çektiğimin farkında olduğum söylenemezdi çünkü açlıktan karnım gurulduyordu.

Yine ne yapıyor bu deli diye merak ediyorsanız edebiyat hocamız Bay Lee'den kaçıyorum.

Sabah çok keyifli iki saat İngilizce dersinden sonra iki saat edebiyat dersi işlemiştik.

Namjoon babam ile birlikte dizi izleyerek İngilizce öğrendiğim - Bu sürece Taehyung babamın yurt dışında okuduğu için İngilizce bilmesi de etkiliydi tabii. - ve dersin öğretmeni Bay Henry'yi çok sevdiğim için bu derste asla sıkılmazdım. Hatta ilerideki meslek hayatımda bu alana mı yönelsem diye de düşünürdüm ama edebiyat öyle mi? Bir sürü metin bir sürü şiir asla bitmek bilmiyor. Bu bitmek bilmeyen metin sürüsü bana ıstırap gibi geldiğinden dersi de öğretmenini de pek sevemiyordum.

Aslında öğretmenini sevmiyordum kısmı biraz abartıydı çünkü adam çok yakışıklıydı. İstemsizce seviyordunuz.

Bay Lee benimle aynı fikirde değil ki üç gündür okul gazetesi için bir etkinlik yaptırtmaya çalışıyordu. Bunun için vaktim olmadığını belirtmiştim daha önceki konuşmamızda ama ısrarla "Tüm öğrenciler bu görev için seni önerdi Kim Jimin." diye peşimde geziyordu.

Popüler olmanın böyle zararları da olabiliyor bazen.

İki saat edebiyat dersi sonrası girdiğimiz öğle arasında koridor dibinde yürüyerek kantine ulaşma çabam bu yüzdendi.

Kantine ulaştığımı yüksek gürültüden anlayabiliyordum. İki haftadır okulda şu gürültüye bir türlü alışamadım.

İçeriye göz gezdirdim Hoseok'u bulabilmek amacıyla. O önden gitmişti bize yemek alıp yer ayarlamak için ama oturduğu masaya bakılırsa pek de yer bulamamış ya da ben edebiyat hocasından kaçarken fazla oyalanmışım.

Bir taraftan Hoseok'un oturduğu yere doğru ilerliyor diğer taraftan boş sandalye bulabilirim diye bakınıyordum. Yanına ulaştığımda asık yüzünü gördüm. "Nerede kaldın Jimin sen gelene kadar her yer doldu işte.

5 kişilik dolu masaya göz gezdirdim sessizce. Bizim sınıftan bir kaç kişi ve tanımadığım bir kişi vardı. Herkes yemeğine odaklanmıştı. Ne kadar gecikmişsem Hoseok yemeğini bitirmek üzereydi. Bana aldığı sosisli burger de önünde öylece duruyordu. Bir an önce yemek istiyordum o yüzden biraz sonra yapacağım hareketten hiç gocunmadım.

"Bana yer tutamamanın cezasını böyle ödersin sen de." diyerek Hoseok'un kucağına yerleştim. "Tam bir baş belasının biliyorsun değil mi?" Hoseok söylenirken omuz silkip önümdeki burgeri alıp yemeye başladım. Yemek yemek gibisi yok cidden.

Hoseok'un memnuniyetsiz kıpırdanmalarına karşı ona gönüp kızacaktım ki yanımızda bir kıcırdama sesi duyuldu. İkimiz de kafamızı kaldırıp ne olduğuna baktık ama tek gördüğümüz Jungkook'un uzun saçları ve geniş sırtıydı. Bir de yanımıza bıraktığı boş sandalye.

Teşekkür etmemi bile beklemeden öylece yürüyüp giderken arkasından "Teşekkür ederim." diye bağırıyordum. Bu gürültüde beni duyup duymadığını bile bilmiyordum.

Kucağından kalktığım an da Hoseok rahatlamış gibi nefesleniyordu. "Sen minik bir civciv gibi görünüyorsun dışarıdan, nasıl bu kadar ağır olabilirsin?" Sahte mızmızlık barındıran sorusunu umursamadan boş sandalyeye yerleşip burgerimi keyifle yemeye devam ettim.

Rainbow / JiKookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin