Göz Altlarındaki Mor Çiçekler

69 14 51
                                    

Baltasını son vurduğu odunun ikiye bölünmesiyle; sobaya konulamayacak kadar büyük odunları kestiği düzlük toprağa saplanmıştı. Bugünlük kestiği odunları ikisi için üç gün yeteceğini düşünmüş, yetmiş olmayacak olsa bile içinde oluşan yoğun korku yüzünden hissetiği eve geri dönme isteği odunları üst üste koyup evinin yolunu tempolu bir şekilde tutmasına sebep olmuştu.

Havalar iyice soğumaya başlamıştı artık. Kış sonbaharı tatlı bir telaşla uğurlamış ve gelişini kurumuş dalların üzerine bıraktığı kırağıyla müjdelemişti. Karısının en sevdiği mevsim kıştı... E haliyle onunda en sevdiği mevsimdi. Birlikte parmak uçlarını hissetmeyene kadar oynadıkları çocuksu kar topu savaş sahneleri aklına geldikçe tebessümünü, dişleriyle dudaklarını bastırmadan sere serpe gülüyordu her seferinde. Onun olduğu anıları düşünürken tebessümu dudaklarına verilen güzel bir armağan oluveriyordu hemencecik.

Üşümekten uçları pembe olmuş zarif parmakları benim avuçlarımın içinde nefesimle ısıtmaya çalışırken, yanakları kıskanarak kendisininde aynı muameleyi görmek istercesine kızarıyor, burnunun daha önceden soğuktan uyuşma derecesine geldiğini tahmin ettiğim kırmızılığı, yanaklarının allığıyla artık belli dahi olmuyordu. Nefesimin son damlasına kadar ısıtmaya çalışırken parmallarını, yüzümde hissettiğim güzel gözlerin hedefi olmuştum. Dudaklarım üflemekten öne doğru uzarken gülüşümün belli olmayacağını düşünmüştüm lakin onun dudağını dişleriyle bastırmasına rağmen dudaklarının arasından firar eden kıkırdı, dolgun ve içten kahkahamı durduramamıştı. Kahkahamı ve dişlerimi ellerimle kapatmak istemiştim lakin parmaklarımın arasına nazik beyaz güllerin olduğunu farketmiş, onunda elleriyle ağzımı kapatmaya çalışmıştım. Yüz kaslarımın şenliği üzerine kulaklarıma ince, tatlı bir ses ilişti;

"Ama ben sizin yüzünüzün gerginliğiyle ortaya çıkan sivri çeneniz, gerilen dudağınızla çıkan inci dişlerinizi görmek için sabahtan beri burda donma uğruna bekliyorum ve sizin bana armağan ettiğiniz şey üstü kapatılmış bi gülüş mü? Ne kadar kabasınız efendim (!)" Gülüşüm dudaklarımda hâlâ gezinirken aldığı hâl tatlı bir tebbesümden ziyade çapkın bakışlarımla uyum içinde gerilen bir uzva dönüşmüştü. Demin beni utandırmaya çalışan hanımefendinin şimdi omzularının utançla küçüldüğü gözle görülemeyecek kadar olmasada o zamanlar iki senelik bir koca için gayet açık anlaşılabilecek dereceydi. Sahte bir gıcıkla boğazımı temizlemiş ve gerçek kahkahamı içime atabildiğimce atmaya çalışmıştım. Muvaffakiyet sağlamış mıydım?.. Hiç sanmıyorum.

"Öhöm... Küçük hanım-"

" 22 yaşındayım bayım" demişti.

" Evet küçük hanım..." gözlerini devirmekle bunu açık açık beğenmediğini belli etmiş lakin sırf sinir etmek için bunu söyleyen ben tatmin olmuştu.

"Gülüşümü görmek için kışı beklemene gerek yok. Senin için yazın kışı getiremem, yada kar yağdıramam... Ama elini tekrardan tutmak için bir sürü bahane uydurabilirim. İki mevsim sonra kış, üç ay sonra kış, yada ruhum sensizlikten kavuran güneşin altında üşüdüğü zamanlar... Ellerim avuçlarında olabilir değil mi?" Tebessümü zarifçe yayılmıştı dudaklarında.

"O gün... Tutunamayanlar... Rastalantı kaderin bize oynadığı ufak çaplı oyunlardı ve sen... Sen kaderin bana getirdiği en güzel rastlantısın... Tut ellerimi ve evrenleri bahşet bana..." Birbirinden uzaklaşmış parmaklarımız tekrardan bir bütün olmuşlardı.

"Bana ellerini uzattın, ellerimiz birbirine değdi. Sıcaktı, inceydi, ahh kıskanırım anlatmaya bu eli..."

"Güzel bir kış günü karın altında seninle üşümek, ay ışığının altında yürümek var ya... Hayatı yaşanmaya değer kılan"...

 Yok Oluş HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin