Sökülen Şafaklar

105 17 36
                                    

  28.09.2022

İlk yazım olduğu için fazlasıyla amatör, affınıza sığınarak usulca iliştiriyorum şuracığa.
•••

Ölüm sessizliği... Hangimiz ölmüştük, yada uçan anılarımın kaygısıyla, ruhumuz ve kalbimizde neyi öldürmüştüm... Hangi hareketlerimle paramparça etmiş, çığlıklarımla tenini kanatmıştım... Yine en derinlerine mi atmıştın yaptıklarımı, yine sineye çekip gömdünmü ruhunun en kara topraklarına.

  Göster kırdığım yerleri, kanattığım tenini. Bir anne edasıyla öpsem, merhem sürsem ve seni koynumda uyutsam geçer mi? Saçlarına "geçecek" tesellileri fısılasam... Huzurlu bir uykuya dalmadan önce duyduğun nidalar benim sana beslediğim kelimelere sığmayan sevdam olsa... Geçer mi? Her şey eskisi gibi, toz pembe...
 
  Bana bakmadan cevap ver lütfen bi tanem. Çünkü ben kaybın ölüm kadar soğuk, acımasız ve sonsuz çukuruna bırakacakken kendimi, hatırladığım son film şeridinin karesinde, yüzümü ellerinin arasına alıp; her daim sakın o ses tonunun gözyaşlarının pınarlarına uyguladığı baskıyla daha titrek, yorgun ve kalbimin en derinlerine işlemek istercesine; sadece ikimizin anlayabileceği haykırışlı fısıltınla sökülen şafakta mutlu olacağız dediğin.

  Her şafakta, anılarımın ilmeklerinin uçlarını kaybetti zihnim. Ve her zifirde tablolar yine aynı, kırık... Yüzündeki mimiksiz anlatan olaylar ve gözlerinden okunan unutulunan yaşanmışlıklar.

  Kenarıya çekilmiş... Hıçkırıksız okşuyordu yaşlar yanaklarını, usulca dökülüyorlardı. En acılı ağlamalar sadece gözyaşlarından ibaret değilmidirki zaten. Çünkü  ruhunda atılan çığlıkları çoktan susturmayı öğrenilmeye mecbur kılmıştır hayat...

  Gözlerim baktığı yeri unutulma korkusuyla yakıp geçiyordu. Yelkovanın bu korkudan sonra benim için sadece 60 saniyeden daha az bir ömrü vardı. Sonrasında akrep zehirli ve kibirli, yelkovan ölümüne zehrin sahibini sevişi... Hiçlikten ibaret... Neye bu kadar sinirlendiğimi, neyi unuttuğumu düşünmeyi unutup sadece elime geçenleri büyük bir arzuyla parkeye atmak ve kırılışını ruhumun derinliklerinden bi yerden tanıdık geldiği için tekrardan görmek istiyordum paramparça oluşunu.

  Elim- Elimde plastik bir bardak...Bir bardakla elimin havada oluşunun sebebini anlayamıyorum. Neden bu kadar halsiz, yorgun bedenim... Ellerim neden sızlıyor. Be- Ben... Ben düşünebiliyordum... Eymen...

  Göğsünde birleşmiş duran kolları gözlerimin onun gözlerine deymeden önce çözülmüştü. Mahcup bir şekilde buğulu gözlerle ona bakmaya çalışacakken vücudumu sarsarak sıcak tenini belimde hissettiğim kolların; bana tekrardan teselli vermek istercesine sarılışı, gözümdeki buğulu camları kırmıştı... Gözlerimden akan kırık damlalar sanki bacaklarıma akıyor, dizlerimin üzerinde yürümüşçesine batıyor ve her yerimi sızlatıyordu. Belimde hissettiğim kolun varlığını hızlıca dizlerimin arkasında hissetmiş ve bedenimin tek zerresini taşıyacak güçte olmayarak bedenende tüm yükümü ona bırakmıştım. Sanki anılarımızı da onun ellerine tutuşturmamışçasına... Sanki bir sürü yükü yokmuş gibi bir de bedenimi bıraktım onun merhametli kollarına.

  Çenem sanki bir kış günü sokaklarda çırıl çıplak gezen bir delinin üşüyüşünden farksız dişlerimi acıtacak kadar çok titriyordu. Başımın arkasında hissettiğim diğer el çenemi nazikçe tutmuştu.

"Çene- çeneni aç bir tanem, bastırma."  Eymen... Eymen'im... Sende mi... Sende mi yenik düşmüştün. Hüznün sesinin titrekliğine yansıyacak kadar mı... Buz kesmiş yüzümün kendi yörüngesinde sıcak yaşlardan ziyade soğuk bir damla burnumun üstüne düşmüş ve kulaklarıma doğru süzülerek terli saçlarımın tellerine karışmıştı. Derin bir uykuya geçmeye niyetli şişmiş gözlerimi, kırılmamış olan tek parçam olan kalbim bu kadarına dayanamayarak büyük bir sızıyla açtırmıştı.

 Yok Oluş HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin