Neredesin? Geleceğini söylemiştin. Prag'dayım demiştin. Bir şey olmadı, değil mi?Jeon, başım çok ağrıyor. Seni yakaladım derken tekrar kaçıyorsun. Gel artık evimize. İyisin, değil mi? Yoksa yaran mı kötüleşti? Tanrım... ah, en başından beri yanında olmalıydım orada kendimden nefret ediyorum seni yalnız başına gönderdiğim için.
---
Parmaklarım arasındaki kalemi odada rastgele bir yere fırlatmış, anlık bir sinirli dudaklarımı öldüresiye yemeğe başlamıştım. Dudaklarımdan akan kanlar şu an umrumda dahi değildi. Başımı eğerek nefeslerimi düzenlemeye çalıştığımda ise bakışlarımı duvarda dolaştırdım. Anlamıyordum, eve geleceğini demesine rağmen saatler geçtikçe daha da acımasızlaşıyordu ve sanki mümkünmüş gibi daha çok ruhuma karanlıklar düşürüyordu.
Kapıda duyduğum hareketlenme ile göğüsümü döven kalp atışlarım daha da artmış, kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. O gelmişti... Seri bir hareketle aşağıya inerken hâlâ kapıyı açmamasına karşı hızla ben açmıştım kapıyı. Afallamış olacaktı ki birkaç saniye hiçbir şey yapamamış, benim ise gözlerimin buğulanmasına ve yanmasına sebebiyet vermişti. Şimdi daha iyi anlıyordum ki bakmaya kıyamadığım bu adamı bir daha hiçbir yere yollamayacaktım.
Ağzımı açmama izin vermeyip, hızla dudaklarıma kapandığında ise göz yaşlarım çoktan bir okyanus olup taşmıştı. O kadar narin ve hiç bitmemesi adına yumuşakça öpüyordu ki bunun için bile tekrardan ağlamaya başlayabilirdim. Parmaklarını sürttüğü yanağımla göz yaşlarımı da siliyordu. Sonra ani bir hareketle diğer boştaki elini baldırıma götürmüş, kendine çekerken ben de ona yardımcı olmuştum. Artık hem kokusunu daha iyi koklayabiliyordum hem de kucağındaydım.
Adımları evimizi bulduğunda yüz ifadelerini izlemeye çalışıyordum. O gittikten sonra evde hiçbir şeyi değiştirememiştim hep aynı kalmıştı tıpkı duygularım gibi.
Bakışları nihayet yüzümü bulduğunda, kaşlarını anlık bir sinirle çatmış dudaklarını aralamıştı.
"Dudağın kanıyor."
Kucağından indirdiğinde beni koltuğa bırakmış, kendisi ise muttağa yönelmişti. Hayır, gitmesin istiyordum. Bir saniye bile ayrı kalmak istemiyordum artık. Saniyeler sonra peçetelerle geldiğinde ise ilk defa onu görmüşüm gibi heyecan kaplamıştı içimi. Hızla dudaklarıma bastırdığı peçeteyle tısladım.
"Yukarda hâlâ neden gelmediğine dair bir mektup yazıyordum."
"Ve sonra sinirlenip dudaklarını yemeğe başladın."
Sözümü bitiremeden beni tamamlamasıyla mahçup bir onaylama sundum. Belime indirdiği eliyle titrek bir nefes vermiştim.
"Bana bu yüzden sinirlenemezsin, şu an tüm bu yaşananlar bir rüya gibi geliyor."
Yüzünde bir tebessüm olmuş, dudaklarını boynuma götürerek küçük bir öpücük bırakmıştı.
"Bu kokuyu çok özledim."
Parmaklarımı hızla tutarak beni yukarı çekiştirmeye başlamıştı. Artık ona hiçbir konuda itiraz etmeyecektim. Yanımdaydı da, o bana yeterdi işte.
"Eskiden balkonda yere oturur saçlarımı okşardın, tekrar istiyorum. Hepsini istiyorum. Ama en çok da seni."
Dudaklarımı bir tebessüm kaplarken daha çok anı yaşayacağımız balkonun kapısını açtığında, nefesimi tuttum. Beni önüne çekerek başını omzuma koyduğunda artık sesi, tüm bedenim olmuştu.
"Kocham Cię." (Seni seviyorum.)
---
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gidemeyeceğimiz bir yer seç, başka türlüsü güç.
Randomdudaklarım mühürlü, parmaklarım sana bir mektup yazmamak için adeta ortadan ikiye kırılmış ve saatin üç olmasına on yedi dakika var.