Nefesim kesilmiş, yönlerim, duygularım hepsi yok olmuş, avuç içlerimde birkaç tutam sıkı sıkıya tuttuğum saç teli, kapalı gözlerle bir mağara misali tanımadığım, karanlık koridordaki sonu gelmez yankılar ve hoyrat öpüşmeler.Titrek üç adım, ardından savsak bir şekilde geriye iki adım sonucunda görmeyen gözlerimle, duvara tutunmaya çalışan parmaklarım sayesinde yanımdaki ahşap dolabı hissediyorum. Kulağımda nefessiz kalan insanların nefes aldıkları andaki heyecanı ve İsa'nın bizi kutsayışı sonucunda okunan dualar.
Parmaklarımda hislediğim kağıtla duraksayıp kavrayacağım sırada, sırtımdan vurulan kırbaç yüzünden öne düşmüş, dudaklarında tatsız konuşma dökülen adamları dinlemek istemiyordum fakat istemsizce duyuyordum ya işte.
"Czy nie myślisz, ile razy spalisz się w piekle, kiedy dotkniesz mężcyzny?" (Bir erkeğe dokunduğunda, cehennemde yanacağını bilmiyor musun?)
Belki gözlerime bir perde inmişti, her şeyimi kaybetmiştim ama yine de kulaklarım işitmemesi gereken her şeyi işitmişti. Kaçıp gitsem, giyotin kapıda hazır beni beklerdi. El kaldırmayı bile düşünsem, gözlerimden yoksundum. Tekrar inen kırbaçla, çığlık atarak gözlerimi aralamıştım. Güneşin ilk ışıkları daha yeni yeni kendini belli ederken, korkuyla atan kalbimi sakinleştirmeye çalışıyordum.
Bir erkeğe dokunduğunda, cehennemde yanacağını bilmiyor musun?
Aklıma düşenlerle, yanımda gözlerini aralayan bedene çevirdim. Onu da yanlışlıkla uyandırmıştım şimdi her şeyin suçlusu ben olmuştum.
"Jungkook, bizim birlikteliğimizi öğrenseler öldürürler mi bizi? Ayrı mı düşeriz? Hapislerde mi ömrümüz geçer?"
Sorumu beklemeyecek olacak ki kaşlarını çatmıştı. Daha kendine bile gelememişken sabahın bir vakti böyle bir soruyla karşılaşmak gerçekten elimde olan bir şey değildi. Yavaşça dikleşen bedenin parmakları belime giderken, kendine çekmişti. Boynumun sol tarafına kafasını gömdüğünde, boğuk bir ses çıkmıştı.
"Polonya dindar bir ülke olsa da, eşcinsellik yasal ve ceza verilmiyor."
Boynuma bırakılan küçük bir öpücükle başımı geriye düşürmüş, tavanı izlemeye koyulmuştum. Hâlâ rüyamın tazeliği kendini koruyordu ve deli gibi aynı sahneleri düşünüyordum.
"Seni bu tarz şeylerin endişelendirdiğini biliyorum. Korkuyorsun. Özellikle insanların nasıl davranacağını bilemediğinde kafayı yiyorsun. Kafanda fazla kuruyorsun. Fakat şunu bilmelisin ki seni tehlikeli olan hiçbir şeye sürüklemem. Biliyorsun, sayısız kez Fransa'ya gitme fırsatım oldu fakat burasının bize daha uygun olduğunu biliyorsun. Bu yüzden reddettim."
"Kırbaç yiyordum. Adam bana bir erkeğe dokunduğunda, cehennemde yanacağını bilmiyor musun diye bağırıyordu."
Dudaklarımı dişlemeye ve yemeğe başladığımda, yanımda bedenden hızla sesler yükselmişti.
"Yapma. Taehyung, dudaklarını yemeği durdur. O sadece bir rüyaydı. Şu an benimlesin ve güvenlisin."
Parmaklarımı çıplak omuzlarına götürürken, hızla kendime çekmiştim. Sıkıca sarıldığımda, dudaklarımı rahat bırakabilmiştim en nihayetinde.
"Seni seviyorum. Sana asla bir şey olmasına izin vermem."
Belki on dakika boyunca öyle bekledik, kaç defa beni sevdiğini ve bana bir şey olmasına izin vermeyeceğini fısıldadı sayamamıştım bile. Sonucunda ise cennet dediğim kollarının arasında geri uykuya dalmıştım.
---
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gidemeyeceğimiz bir yer seç, başka türlüsü güç.
Randomdudaklarım mühürlü, parmaklarım sana bir mektup yazmamak için adeta ortadan ikiye kırılmış ve saatin üç olmasına on yedi dakika var.