Önce kaçarak, ardından biraz kekremsi bir melodiyle duraksatıyor nabzımı. Ve ölüyorum işte bu iki dudağının arasında. Hani Kafka o çok meşhur aşkını sadece bir kere görmüş ama ne çok içinde duygu biriktirmiş ya ona. Ben ise yanımdaki adamın kıymetini bilmeyerek onu uzaklara yollamaya nasıl içim el verdi çözemiyorum ben bile kendimi anlayamıyorum.Dudaklarıma yapıştığından beri nefes almayı unutmuş, dudaklarından başka bir tat bilmez olmuştum adeta. Belki insanların bakışları, hakkımızda söyledikleri zamanında bir yerimizi hep yaraladı ama ben ona aittim nasıl ayrı kalmayı düşünebilirdim ki? Üstelik onu böylesine iyi tanıyorken, yüreğim asla izin vermezdi.
Titremeye başlayan bedenimle, beni biraz daha kendine çekmişti. Ciddi anlamda nefes almakta zorlandığımda ise istemeden de olsa ayrılmıştım dudaklarından.
"Beni çok iyi hatırlıyorsun. Lehçe konuşamadığımı, utangaç bir çocuk olduğumu, herkesten ve her şeyden kaçtığımı. Seni nasıl sevdiğimi hepsi aklına kazınmış gibi Taehyung. Üzerinden belki on beş bilemedin on yıl geçmiştir. Beni sevmekten hiç sıkılma, yalvarırım."
"Nefesin, nefesim olmuşken nasıl sıkılırım? Ben o göğüsünün üzerinde her başımı koyuşumda cennetinde kaybolurken, nolur bana sıkılmaktan bahsetme. Ben sensiz olduğum her an cehennemimi yaşıyorum zaten."
Dili yaramazca dudaklarının dışına taşmış, dudaklarını ıslatırken bakışlarım oraya kaymıştı. Zihnime düşen kor ateşle hızla konuşmuştum.
"Neden yaptıklarını anlatmıyorsun? Ayrıca, nerenden bıçak yedin, hepsini söyle susma lütfen."
"Ekiptekiler ormana yayılmıştı. Adam kaçıyordu ve tek şansımız tek tek farklı yerlerden aramaktı. Ağzında pipo tüttüren bir hergeleden bıçak yedim. Sanırım yirmi altı tane dikiş atıldı. Kendimde değildim."
Şaşkınla ağzımı kapatırken, anlattıklarına odaklanmaya çalışıyordum.
"Kendimi savunamadım,Taehyung. Prag'daydım çünkü yahudiler sorun çıkartıyordu. Raylara yattıklarını duyduk. Ve ben gitmek zorunda kaldım. Taleplerini yerine getirince ise birkaç dosya işim kalmıştı hepsini tamamladıktan sonra anca bu saatte evimize dönebildim."
"Ah, annen tüm bunları bilseydi o kadar gururlanırdı ki seninle..."
Yüzünü hafif bir tebessüm kapladığında, anında aklına gelen şeyle konuşmuştu.
"Dolabımda başka birisinin daha mektubu vardı babama aitti. Terfi aldığımı duyunca bana mektup yazmış. Ona para göndermem hakkında bir şeyler yazıyordu. Açık konuşmak gerekirse, mektubu yaktım. İçimde bir sızlama bile olmadan yanışını izledim. Kara dumanların yükselişini izlemek daha zevkliydi. Belki onun ateşinden yararlanıp bir sigara yakmış olabilirim, ciğerlerime o zehiri çekmiş olabilirim fakat yemin ediyorum Taehyung, onun yüzünü görmektense bunu yapmak daha iyi hissettirdi."
Kendini zehirlense bile böyle daha iyi hissettiğini söylüyordu, bir aileyi gerçekten bu hâle getirmek çok mu kolaydı anlamıyordum. Jungkook'un babası Polonya'da yaşamıyordu fakat sık sık para isteyeceği bir oğlu olduğunu ancak ve ancak kulağına giden terfi haberleriyle hatırlıyordu. Kendisi Rusya'da bir yattığı kadına bir daha geri dönüp bakmayacak birisiydi ve uzun zamandır Jungkook ilişkisini kesmişti onunla.
"Görüşmek zorunda değilsin, biliyorsun Aşkım."
Söylediğim son tabirle tüm keyfi yerine gelmiş gibi sırıtmaya başlamıştı. Dudaklarıma bakışları bile özlem doluydu. Baştan aşağı özlem kokuyordu bu adamın teni.
Ve benim dokunuşlarımın ihtiyacıyla yanıp tutuşuyordu.
---
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gidemeyeceğimiz bir yer seç, başka türlüsü güç.
Randomdudaklarım mühürlü, parmaklarım sana bir mektup yazmamak için adeta ortadan ikiye kırılmış ve saatin üç olmasına on yedi dakika var.