Ben yaşamayı hiç becerememişim, hiç mutlu olamamışım, küçük bedenime yüklenen bir keder ile büyümüşüm. Bedenim büyürken kederim öyle bir ağırlaşmışki dolup taşmışım ve insanlardan benden nefret eder hala gelmiş. Belkide haklılar evet haklılar. İyi hissetmiyorum iyi hissetmiyorum kimse için mutluluk saçamıyorum. Ben kendimi hiç sevememişim. İlk okul dörtten beri yazıyorum. Eski defterleri açıp satır satır okudum yazdıklarımı. Ben hiç yaşamamışım
İlk sayfada şu cümle yazıyor; Ben hep mutlu yaşıyacağım, umudumu asla kaybetmeyeceğim, uzaklara çok uzaklara gideceğim. Bir daha dönmemek üzere.
Evet gittim hem de çok uzaklara, ruhum bedenimde eziliyor ve hayata dair her şeyi terk ettim. O kadar uzaklara gittim ki kendimi bulamıyorum. İçimde kayboldum bulamıyorum, bulmakta istemiyorum sanırım. Her daim bir kurtarıcı bekledim, sıcak bir el istedim şimdi ise uzanan bir eli dahi istemiyorum. Acıya bağımlıyım artık, her zerreme işledi bu duygu. Küçük ruhum acı çekerken ailem nerede mi idi? Babam tüm gün kahvede hayatını mahvederken ve belki başka kadınların koynunda iken annem annem...
Annemi bilmiyorum ona dair pek bir anım yok. Yanı başımda idi ama beni hiç bilemedi. Yan odamda duran kadın annem idi ama en acı öksüzlüğü yaşadım. Ne varlığı ne yokluğu pek bir şey ifade etmeyen bir kadın.
Günlüklerin yapraklarını çeviriyorum. Satırlar içimi acıtıyor. "Huzursuzum huzursuz, her an ağlayabilir, her an kavga edebilirim. Acılıyım öfkeliyim her şeye karşı, tükeniyorum." Bunu yazarken on üç yaşında idim. Ergen değildim hayır asla o kafada değildim. Aradan nerede ise on yıl geçti ve satırlarım hiç değişmemiş. Ben mutlu olmayı hiç mi beceremedim, neden beceremedim neden? Annemin beni sevmesini isterdim, babamın evde kalmasını, arkadaşlarımın olmasını onlar olsa idi belki belki bir ihtimal yalnızlığımda boğulmaz idim. Karanlığa adım atarken birilerini bekledim hep, hep bir kurtarıcı aradım. Ben en çok kendime güvenmedim, ben herkesten önce kendime inanmadım. Ve bunca yıl sonra içime kapanmadım çünkü içim dışım hepsi birer zerreciğe dönüştü. Kendi yalnızlığımda kahroluyorum sessiz sedasız.
Günlükleri okurken anılarım canlanıyor.
Bu denli yorgun ve tükenmiş olacağımı bilse idim on iki yaşında iken odama kapanıp bıçağı bileğime dayayıp bileklerimden kanımı akıtırdım. Ölmenin bir çözüm olduğunu bilse idim belkide çoktan yapardım. Ölünce cennete mi gideceğini zannediyorsun düşüncesi zihnimde dolanıyor. İlkokulun sonları idi kaçıncı sınıftım hatırlamıyorum. O zamanlar bile içimde derin bir keder barındırıyordum. İki oda bir salonlu bir evimiz vardı. Tek katlı eski ama hoş bir ev yada o zamanlar hoş geliyordu. Dışarıda her çeşit meyve ağaçları vardı. Evin üstünde erik ağacı ki oraya çıkar saatlerce erik yerdim, erik ve nar ağacına hamak bağlar saatlerimin birçoğunu orada geçirirdim. Bir çizgi film karekterine aşık olmuştum o zamanlar, hayallerimde gezinir dururdu. Bakugan Dan eski bir çizgi film bilen kalmadı sanırım. Ah Dan der dururum hâlâ. Özlem ile anıyorum onu her ne kadar gerçek değilsede . Ailem seracı idi. Bir oda her zaman bana ait olurdu. Odam çok büyük olmasa da bana yetiyordu. Eski demir bir kapım vardı rengi gri idi. Camları sanırsam buğulu gibiydi. Tahta bir yatağım vardı üzerine sünger atar güzel bir yatak yapardım. Kimin verdiğini bilmediğim kırmızı bir masam vardı, iki çekmesi vardı kısa bir masa idi. Üzerinde ki küçük ama beyaz lekeler hala zihnimde capcanlı. Pürüzsüz parlak idi. Dokunmak hoşuma giderdi. Odamın penceresi ağaç dalları ile çevrili idi hatırlayınca güzel bi odam vardı eski olması güzel olmasına engel değildi. Yatağımda oturmuş gözyalarımı döküyordum. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığımı anımsıyorum. Elimde siyah yada emin değilim keskin bir bıçak vardı tam da bileğimin üzerinde. Her an kaymaya ve bileğimi kanlar içinde bırakmaya hazır. Anneme yalvarıyor idim odama gel diye. Odasından kalkıp gelmiyordu belkide duymak bile istemiyordu sesimi. Neden beni bu denli görmezden geliyordu bilmiyorum."Anne , anne, anne lütfen..." Dakikalarca bağırdım. Şeytan bıçağı tutmuş bileğimi kesmek için bekliyordu sanki. Annemden yardım diledim, o zamana kadar ilk defa anne diye bağırdığımı anımsıyorum. Bir kurtarıcı isteğim çığlıklara dönüştü. Annem gelmedi, kulaklarını acıma kapattı ne yaptığımı bilmiyordu, elimdeki bıçağı bilse gelir miydi acaba? Sesim kesildi bir süre sonra. Şeytan bıçağı aldı bileklerime değdirdi, soğuktu titredim. Bıçağı elimden atıp vazgeçtim. Benim ruhum can çekiyordu zaten bedenim de can çekişsin istemedim. Neden o gün gelmedi yanıma niçin acı seslerimi yok saydı. Ben neden onun için hiç var olamadım. Ben kimse için var olamadım. Kusurlu olan ben miydim? Yada kusurun ta kendisi miydim? Günlükler benim kederim kısa bir yansıması idi, her zerreme yok solup gittiğimin öyküsünün bir parçası idi. Bir başkası için öykü olan o günlükler benim acımın , yıkılışımın bir parçası idi ve her biri o kadar gerçek ki...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhumun Satır Araları
De TodoNereden başlamak gerek ne yazmak gerek. Ruhum parçalanıp yeryüzüne yayıldı. Toplamak için yorgun ve dahi kırgınım. Uzun satırlar veyahut kısa satırlar ifade etmek fayda etmiyor içimde kayıp giden ben ile başbaşayım.