Küçük bir oduncu kulübesinde ikiz kardeşler yaşardı. Anneleri öldüğünden babaları başka bir kadınla evlenmişti. Oğlana Hansel, kuza Gretel demişti. Asıl annelerinin verdiği adları beğenmemiş çünkü. Akıllı erkek kardeş Len, meraklı kız kardeş Rin. Özelliklerinin en uç noktalarındaydılar. Bu yüzden birbirlerini tamamlıyorlardı. Hiç ayrılmazlardı.
Bir gün babasının kadınla olan konuşmasını duydular.
"O çocukları al ve ormana götür." babası ne kadar itiraz etse de kadına boyun eymek zorunda kaldı.Çocuklar, bu işi babalarına yaptırıp üzmek istemediklerinden kendileri kaçtılar. Onca yol yürüdüler. En sonunda bir ovaya geldiler. Rin burada koşturup oynarken Len de yemeklik bir şeyler topluyordu.
"Rin! Yemek hazır!" diye seslendi kardeşine. Kız hoplaya zıplaya Len'in yanına geldi. Bir sürü orman meyvesi ve biraz yenebilir ot toplamıştı. Yiyebildikleri kadar yediler, kalanları da bir bogçanın içine koydular.
"Len bak!" Rin ovada hoplayıp duran beyaz bir tavşanı gösterdi. Üstüne bir takım elbise vardı. İki kardeş tavşanın peşinden koştular. Sonunda bir deliğin başına geldiler.
"Bekle Rin." yerden bir taş alıp deliğe attı. Ses gelmeyince tedirgin oldu.
"Bu deliğin sonu yok."
"Tavşan atladığına göre biz de gidebiliriz. Hadi." Len bira düşündü. Sonra Rin'e hak verip delikten atladılar. Düştükleri yerde bir sürü kapı vardı.
"Len. Elim acıyor." aynı şekilde Len'in de canı acıyordu. İkisi de ellerine bakınca sarı bir kupanın iki parçasını gördüler. Yarısı kızda, yarısı erkekte.İkizler kapılar arasında gidio geliyorlardı. Hiç biri açılmıyordu. Cam bir masanın üstünde bir anahtar vardı. Rin onu alıp tüm kapıları denedi. Sadece biri açıldı. Kırmızı, sarı çerçeveli bir kapıdan geçtiler. Diğer tarafta bir sürü güzel şey vardı. Çiçekler, daha önce hiç görmedikleri hayvanlar.
"Len! Bak orada!" Rin beyaz tavşanı gösterdi.
"Bekle Rin. Kapı-" demesiyle birlikte kapı kapandı. Len kapıyı açmak için ne kadar uğraştıysa da nafile. Yerinden oynamıyordu.Günlerce hatta haftalarca burada kalmışlardı. Rin artık yerlerde sürünüyordu.
"Gel buraya. bana dayan." Len kızın kolunu omzuna atıp onu taşıdı. Nereye gidecekleri hakkında en ufak bir fikirleri bile yoktu.
"Len. Artık dayanamıyorum." dedi kısık bir sesle.
"Biraz daha dayan." Len umutla karşısına baktı. Ağzı kulaklarına varmıştı.
"Rin bak! Bir saray! Belki bize yardım edebilirler." Rin'den en ufak bir tepki bile gelmedi. İkizi onu sarstı. Rin! Rin! diye ona seslendi ama tık yoktu. Sonunda onu yere yatırıp nefes alıp almadığını kontrol etti. Göğsü dümdüzdü. Hareket etmiyordu.Len kardeşini kucaklayıp yürümeye başladı. Sarayda Rin'e yardım edemezlerdi ama belki ona yardım edebilirlerdi. Sarayın kapısına geldiğinde onu çok hoş karşıladılar. Kardeşini hastaneye götürdüler.
"O zaten ölü." Len'in sesi neredeyse çıkmamıştı.
"Kraliçemiz ne derse o olur. İstese şu an burayı yıkabilir, istese yükseltebilir. Onun kudreti dağları geçer." Len adamı <ya da hayvanı> dinlemek isterdi(!) ama şu bahsettiği kraliçe onu çok etkilemişti. Kraliçeyle görüşmek isterdi.Bir kaç hizmetçi onu temizleyip giydirdiler. Karnını doyurup sırtını pek ettiler. Sonuda kraliçenin önüne çıkacaktı. Taht odasına gelince mavi saçlı, mavi gözlü bir kız gördü. Ondan sadece iki üç yaş büyüktü. Kraliçenin önünde reverans yapıp tekrar dikleşti.
"Beni sarayınıza kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Sizin hakkınızda ilginç şeyle duydum. İstediğiniz her şeyi yapabilme gücünüz var deniyor. Bu doğru mu?" kız gülümsedi.
"Normalde biriyle tanıştığında önce kim olduğunu sorarsın. Nezaketen." Len biraz utandı.
"Çok özür dilerim efendim. Adınızı öğrenme şerefine beni nail eder misiniz?"
"Adım Al- Yyani Miku."
"Miku-sama. Eğer fazla ileri gitmiyorsam size bir şey sormak istiyorum."
"Nedir?"
"Eğer sizin hakkınızda söylenenler doğruysa, o zaman kardeşimi bana geri getirebilirsiniz, haksız mıyım?" Miku kıkırdadı.
"Elbette. Bu çocuk oyuncağı." elini havaya kaldırdı. Yeşil Sinek! diye geçirdi Len. Onun elinde de işaret vardı. Miku elini indirdiği anda ilareti parladı ve Len'in hemen önünde bir silüetin belirmesini sağladı.
"Rin?!" kardeşi uykulu gözlerle etrafına bakındı.
"Neredeyim ben? Len?" ikizler birbirlerine sıkı sıkıya sarıldılar.
"Miku-sama. Size inanıyorum ve sizin gücünüzü kabul ediyorum. Aynı zamanda size çok minnettarım." ikizler Miku'nun önünde eğildiler.
"Önemli değil. Burada istediğiniz kadar kalabilirsiniz."
"Size bir sorum daha olacak." Miku ona şaşkın şaşkın baktı. Bu çocuk had sınırlarını fazlasıyla aşıyordu. "Az önce bana adınızı söylerken tereddüt ettiniz. Ve elinizde bizimki gibi bir işaret var." Miku eline baktı. Sonra onların ellerine. Gerçekten iskambik kapıtlarının şekilleri. Acaba bunlar onlar mıydı?
"Bu-" cümlesine başlayamadan Len konuştu.
"Sen aslında yoksun! Cürümüş bedeniyle insanları yöneten bir başkası! Adın Alice! Doğru muyum? Bizi buraya getiren de sensin!"
"İstesem geri de yollayabilirim." Miku'yu kontrol eden Alice elini kaldırıp tekrar indirdi ve Rin tekrar yere yığıldı.
"İnsanları bu şekilde korktuyorsun. Sevdiklerine zarar vererek." Len şu anda ağlamak istiyordu ama yapamazdı. Öncelikle karşısındakini yenmeliydi. Sadece kendi için değil, herkes için. Duvarda asılı duran bir balta gözüne takıldı. Üstü hala kanlıydı.
"Kırmızı Kraliçe'yi bununla öldürdü." Len etrafına bakınıp sesin sahibini aradı ama bulamadı. "Onu ancak bununla öldürebilirsin. Başka yolu yok. Len. Kardeşinin intikamını al." Len yumruklarını sıkıp baltaya koştu.
"Hayır." dedi. Bu sefe Miku'nun üstüne gidiyordu. "Ben intikam almayacağım. Onu kurtaracağım!" baltayı Miku'nun kafasına geçirdi. Kızın yeşil kanı onun üstüne sıçradı.Her şeyin bittiğini sanmıştı ki ortalık kahkahalarla doldu. Küçük bir kız. Tahtın arkasındaki perdeden çıkan Alice Len'e baktı.
"Bayağı cesursun. Ama beni yenemezsin. Ben ne dersem o olur. Herke benim rüyamı bilecek."
"Böyle olmak zorunda değildi. Bunu yapan sensin. Şimdi senin yaptığın hatayı benim düzeltmem için aynı şeyleri de yapmam gerek. Ama amaç tamamen farklı." Alice güldü.
"Ben de insanları korumak istemiştim."
"Hayır! Yalan söylüyorsun! Sen onlara çektirdiklerinin intikamını almak istedin! Bense seni bu rüyadan uyandıracağım!" Len acıklı bir şekilde gülümsedi. "Üzgünüm. Ama kimse rüyanı bilmeyecek." Alice'ye doğru koştu ve kafasını uçurdu. Siyah kan etrafa fışkırdı ve bu kanın bir damlası, tüm gücünün kaynağı olan adama deydi. Bununla birlikte, adam ger neredeyse, buhar olup gitti.
"Bitti." dedi kendi kendine. Tüm krallık ona teşekkür ediyordu. Ama o kardeşini alıp mezarlığa gitti.Bir sürü mezar taşı arasında üç mezar dikkatini çekmişti. Birinin başında gümüş bir kılıç, diğerini üstünde mavi güller, diğerinin etrafında da yanık kibritler vardı.
"Bunlar onlar." dedi. Rin için bir çukur kazıp onu oraya yatırdı. Tekrar üstünü örterken göğsünde bir yerler acıyordu. Mezarı kapama işi bitince çok yorgun olduğunh fark etti. Mezarın üstüne yattıp "Artık bitti." dedi. "Hepimiz... Özgür...ü-üz."Dört kurban da tamamlanmıştı. Ve Miku'nun dileği kabul olmuştu. Artık kimsenin canı yanmayacaktı. Alice olmaya en yakın ikizlerdi. Ancak Len'in saf kalbi onları kurtarmıştı. Hepsinin hapsedilen ve acı çeken ruhları cennete yerleşmişti.
Hepsi birlikte, kendi rüyalarını yarattılar.
Hikaye burada bitti. Umarım beğenmişsinizdir. ^-^ Buradan çıkaracağınız der şu olsun ne dilediğinize dikkat edin :P
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alice of Human Sacrifice <Vocaloid>
HorrorVocaloid şarkısı. Şarkıdan yola çıkarak yazdığım bir hikaye