Bir zamanlar küçük bir rüya varmış. Kimse bunun kimin rüyası olduğunu bilmiyormuş, bu sadece küçük bir rüyaymış. Bu küçük rüya bir gün demiş ki; "Ortadan kaybolmak istemiyorum. İnsanların beni hayal etmelerini nasıl sağlayabilirim?" Küçük rüya düşünmüş düşünmüş ve en sonunda aklına bir fikir gelmiş. "İnsanların bana gelmesini sağlayacağım ve benim dünyamı yaratmalarını sağlayacağım."
Küçük rüyanın seçtiği ilk Alice, ormanın yakınındaki bir kasabada yaşayan Meiko'ydu. Kahverengi kısa saçları ve kırmızı gözleri vardı. Büyükannesi küçükken ona kırmızı bir pelerin örmüştü, bundan dolayı da kasabadakilerin hepsi bir ara ona Kırmızı Başlıklı Kız derlerdi. Ama bu kız artık büyüdü. Tam bir yetişkin oldu. Kurtla olan karşılaşmasından sonra diğer çocuklara karşı daha temkinliydi. Eğer ormana bir çocuk girerse o da kılıcını alıp onu takip ederdi. Bir başka çocuğu kaybetmek istemiyordu. Evet, o gün onu kaybetmişlerdi. Eski neşesi ve eski çocuksu hali kalmamıştı. Bir yetişkin gibi sürekli tetikteydi.
Gene bir gün ormana giren bir grup çocuğun peşine düştü. Uzun bir yol gittiler. Güneş yavaş yavaş batıyordu ve etrafı görmek zorlaşıyordu. Karanlık çöktüğünde ormandan kimse çıkamazdı. Meiko bir anlığına, sadece ne kadar zamanları kaldığını görmek için, başını gökyüzüne kaldırdı. Bitişik ağaçların sık yaprakları arasından kızaran gökyüzünü görmek zordu ama tahmini yarım saat üzerineydi. Tekrar başını yoluna çevirdiğinde çocuklar yok olmuştu. Meiko telaşa verip koşturmaya başladı. Nereye gitmişlerdi? Eğer onları bulamazsa onlara zarar gelebilirdi.
"Çocuklar! Çocuklar, neredesiniz?" Ama cevap yoktu. Artık güneş dağların arasına girmişti ve ortalığı zifiri karanlığa bırakmıştı. Her şey ayın insafına kalmıştı. Eğer bu gece ay çıkmazsa çocukları bulması ve geri dönmesi çok zor olurdu. Kaldı ki Meiko çocukları ararken yoldan çıkmış ve kaybolmuştu. Siniri bozulup bir taşı tekmelemeye başladı. Siyah çizmeleri her darbede hasar görüyordu ve eskiyorlardı. Kırmızı, kabarık etekli elbisesi de dallara takıla takıla parçalanmıştı. Yorulduğunda tekmelediği taşın üstüne oturup ağlamaya başladı. Nasıl onları kaybeder?
"Ağlama minik kız." Dipten gelen bu ses Meiko'nun tüylerinin diken diken olmasına neden oldu. Etrafını nemli gözleriyle inceledi ama bir şey bulamadı.
"Kim var orada?" diye seslendi. Çok beklemeden önceki sesin daha ince ve saf bir versiyonu duyuldu.
"Onlar için endişelenmene gerek yok." dedi.
"Onlar artık benimle. Sonsuza dek mutlu olacakları yerdeler." bu seferki ses küçük bir kıza aitti. Meiko kılıcını eline alıp savunmaya geçti ama arkasında hissettiği bir çift elle yerinden sıçradı ve çığlığı bastı. Arkasını döndüğünde o zaman karşılaştığı kurdu gördü. Çökmüş haldeydi ama onun ölmüş olması gerekirdi.
"Ne işin var burada?" diye tısladı Meiko. Bir yandan da kılcını boynuna dayamıştı. Kurt hiç bir tepki vermiyordu sadece baygın gözlerle kıza bakıyordu.
"Git." dedi nefesinin üstünden. "O çocuklar için çok geç ama sen hala yaşayabilirsin... Git." Meiko dediklerine bir anlam veremedi. Neden ona yardım ediyordu ve neden kaçıyordu? Kurdun kulakları dikleşti ve Meiko'ya hırladı. "Git dedim!" diyerek onu iteledi ve kovalamaya başladı. Meiko korkuyla ormandan çıkış yolunu aradı. Nereden gelmişti, nereye gidiyordu? Orman artık onun için içinden çıkılması imkansız bir labirentti. Hava iyicene kararmış ama ay çıkmamıştı. Üstüne sis çökmüştü. Ayağı sürekli olarak dallara takılıyordu.
"Hayal et." dedi bir ses. Bu deminki kurdun sesiydi. "En çok istediğin şeyi hayal et... Harikalar Diyarını." Meiko nereye gideceğini bilemeyerek gerilemeye başladı. Sırtı bir ağacın gövdesine değdiğinde gözlerinden durmaksızın yaşlar akıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alice of Human Sacrifice <Vocaloid>
HorrorVocaloid şarkısı. Şarkıdan yola çıkarak yazdığım bir hikaye