“Tanrım resmen o kadar uzun uyumuşuz ki bel ağrısından öleceğim şimdi.” Yanımdan gelen sesler sayesinde dönüp uzun zamandır özlemi ile yanıp tutuştuğum adama baktım.
“Uzan hadi, sana masaj yapayım.” Benim de her yerim ölesiye ağrımasına rağmen o, ilk önceliğimdi. Benden de değerliydi. En çok sevilmeyi hak eden, en çok değer görmeyi hak eden insandı gözümde.
“Gerek yok, onun yerine kahvaltı yapalım çok acıktım.” Dedikleri anında gözlerimi devirmeme neden olurken ayaklarını yere sürüye sürüye yürüyen sevgilimin kolundan tutarak onu adeta yatağa fırlattım. “O masaj yapılacak beyefendi, şimdi yüzüstü uzanıyorsunuz ve sözümden çıkmıyorsunuz.”
Beom başka bir şey demeden yüzüstü uzanınca ben de harekete geçerek bacaklarımı iki yana atıp üstüne oturdum. Ağırlığımı fazla vermemeye de dikkat ediyordum.
“Acaba, bu bir rüya olabilir mi?” Ellerim sevgilimin beline masaj yaparken mırıldandığı şeyler ile titremeye başlamıştı. “Ne demek istiyorsun?”
“Yani, bilmiyorum ama daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Sanki, ölmüş de hayata geri dönmüş gibiyim. Duş almış olmasam kokudan şuraya kusuverirdin o derece diyorum bak. Resmen ölü bir beden gibi kokuyordum, uyanınca da bir anlığına yürüyemedim. Çok tuhaftı anlıyor musun?”
Anlamıyorum demek isterdim. Anlamıyorum, anlamak istemiyorum ve anlamayacağım. Çünkü seni bir kez kaybetmişken, bir daha kaybetmeye dayanamam. Bir daha o acıya katlanamam Beomgyu, sensizliğe tekrardan alışamam.
Hissediyordum, kötü şeyler olacaktı. Hissediyordum, tekrar mahvedeceklerdi beni, günahkar düşüncelerim. Ve hissetmek istemesem bile hissediyordum, ayrılığın soğuk nefesini. Şimdi enseme kadar gelmişti, donduruyordu beni. Donduruyordu kalbimi.
“Anlıyorum Beom, ama biz birlikteyiz şimdi. Ve hiçbir şey bundan önemli değil. Düşünme artık bunları.” Ne de olsa zamanımız az...
Dedim ya anlamak istemiyordum, ama anlamıştım. Bazı şeylerin ne olursa olsun olmak zorunda olduğunu. Anladım. Zamanımızın az olduğunu, ikinci kez ayrılacağımızı. Ve benim dayanamayacağımı. Anlamıştım işte, sonumun nasıl olacağını.
Sonsuzluğun nasıl bir his olduğunu ise, henüz anlamış değildim. Belki Beom'a sorsam anlatırdı? Beom, ölüm nasıl bir şey? Karanlık mı, soğuk mu? Yalnız mısın orada, yoksa yıldızlar eşlik ediyor mu hüzünlü ruhuna? Görüyor musun dünyada olanları, yıldızların eşliğinde izliyor musun yaşananları?
“Özür dilerim, moralini bozmak istemedim.” Altımdan gelen kısık ses, titrek ellerimle gözlerimdeki yaşları görmesin diye hızlıca silmemi sağladı.
“Özür dileme, ben sadece hikayenin sonunda kül olacak bedenlerimize ve ayrılacak ruhlarımıza üzülüyorum.” Bu hikayenin yazarı kimse, lanet ediyorum ona.
“O da ne demek öyle? Korkutma beni, iyi misin? Bir şeyin mi var, bir şey mi oldu? Ne oldu?” Soru sormamanı dilerim, sevgilim. Zira sorduğun sorulara cevap verebilir miyim, bilmiyorum.
“Önemli bir şey değil, sadece seninle olmak istiyorum. Ayrıca, yalvarırım soru sorma. Sana yalan söylemek istemiyorum.”
Seni kaybetmek istemiyorum...
Söylemek istediğim hiçbir şeyi söyleyemiyorum. Belki de, hayır, bunun seni son görüşüm olacağından eminim. Sonsuza kadar yok olmadan önce, seni sevdiğimi hissetmeni istiyorum. Başka hiçbir şey düşünmeden sevelim, sevişelim istiyorum.
Eğer bu seni son sevişim olacaksa, sonsuzluğun sonunda boğulmak istiyorum. Belki de sana eşlik eden yıldızların dostu olmak istiyorum.
Eğer burası sonsuz dünya ise ben, gerçek dünyaya dönmek istemiyorum. Benim dünyam, yanımda sen varken dönüyor. Senin sayende, senin için.
“Tamam, nasıl istiyorsan öyle olsun. Sonumuzun yaklaştığını ben de hissediyorum, bugün sanki son günümüz gibi sevelim birbirimizi.”
Kollarımı uzun süredir göremediğim bedenine doladım. Tanrı kaderimizi çoktan belirlemişti, bundan geri dönüş yoktu. Büyük bir trajediydi, acıma duygusu içimi kaplıyordu. Şu an, gözümde en acınacak kişi bendim. Tanrı da bize acıyıp kısa süreli de olsa buluşmamızı istemişti anlaşılan.
“Seni çok seviyorum. Bunu asla unutma.”
...
Bütün bir günü uzun zaman sonra Beomgyu ile geçirmek harika hissettirmişti. Sabah yaşanan duygusal anlarımızı tamamen görmezden gelmiş, normal bir gün gibi geçirmiştik bugünü.
Ama ne yaparsak yapalım ben hissedebiliyordum. Zamanımız neredeyse kalmamıştı. Bundan sonrasında ne olacak?
Yazar hikayenin sonunu belirlemişti, Tanrı ile işbirliği yapıp kaderimizi belirlemişlerdi. Fakat kaderimiz neydi? Hikayenin sonu nasıl bitecekti?
“Düşünme artık, sadece bana odaklan. Seni böyle görmeye katlanamıyorum.”
Diyemedim ki ben de seni görmemeye katlanamıyorum. Muhtemelen hiçbir şeyden haberi yok. Ölü biri olduğundan haberi yok. Canım çok acıyordu, artık bu ızdırap bitsin istiyordum. Ne yapsam bu acı biter? Ne yapsam bu ızdırap biter?
“Yine daldın gittin. Lütfen konuş benimle, neler oluyor? Tamam, pardon unuttum soru sormak yok. Ama lütfen, aklında ne varsa düşünmemeye çalış olur mu? İçimde bir ses var, seni bir daha göremeyeceğimi söylüyor. Korkuyorum Taehyun, sonumuz böyle mi olacak?”
Sonumuz geliyor. Ama korkma ne olursun, ben seni koruyacağım elimden geldiğince. Bu dünyada olamasa bile, başka bir evrende. Başka bir yaşamda, başka bir hayatta. Belki ailenden biri, belki sevgilin, belki de sürekli baktığın gökyüzü.
Ne olarak dünyaya gelirsem geleyim, emin ol ki seni bulup koruyacağım.
“Ağlama, dayanamam ağlamana. Ben bile bilmiyorum neler oluyor, nasıl sana açıklayabilirim? Sana söz, sana yemin ederim ki sonraki hayatımızda çok mutlu edeceğim seni. Uzun uzun yaşayacağız birlikte, hayalini kurduğumuz gibi birlikte yaşlanacağız ve birlikte öleceğiz.”
Gözlerimden akan yaşlar masumca bana bakan yüze dokunuyordu. O bana böyle baktıkça ben ölecek gibi hissediyordum. Ölüm denilen şey, Beomgyu'ya hiç yakışmazdı. Halbuki hatırlıyorum morgdaki bedenini, bembeyaz tenini ve mosmor dudaklarını.
“Öleceğim, değil mi?”
Ölmeyeceksin... Kalbimde hep canlı kalacaksın, bedenin ölse bile ruhun hep yanı başımda olacak.
“Beomgyu...”
Bize bunu nasıl yaptılar be Beomgyu? Tanrılar, neden bizi seçti?
Kelimeler boğazımda düğümleniyordu, bütün vücudumu bir titreme ele geçirmişti. Biz, bunu hak etmedik.
Bu yüzden kırgınım tanrılara, yazarlara. Bize bunların olmasına izin veren herkese. Çünkü biz, başımıza gelen hiçbir şeyi hak etmedik.
Duvarda asılı olan büyükçe saate çevirdim gözlerimi. Gece yarısı olmasına az kalmıştı. Sanırım gideceğim vakit gelmek üzereydi. “Ne yapmam lazım seninle kalabilmek için? Kendimi öldürmek mi dersin ha?”
Beomgyu'nun yüzüme attığı tokat, kalbime atılmış bir çizik gibi acı veriyordu. “Sakın! Sakın bunu düşünme bile.”
Sensiz bir dünyanın anlamı yok ki BeomBeom. “Lütfen izin ver, ben acı çekiyorum. Hiç hissetmediğim kadar fazla, artık dayanamıyorum Beomgyu. Bize bunu nasıl yaptılar?”
Fısıltıdan farksız mırıldanmalarım, sessiz odada yankılanan tek ses olmuştu.
Beomgyu'nun yüzündeki ifadeden dediklerimi düşündüğünü anlıyordum. “Lütfen. Seninle ikinci bir ayrılmayı kaldıramaz kalbim. Yalvarıyorum izin ver yanına gelmeme.”
“Daha çok gençsin, şimdi ölemez-” İçime dolan ani öfke sanırım pişmanlıklarıma eklenecek olan bir şey yapmama neden olmuştu.
“Sen genç değil miydin peki!” Bağırmam ile yerinde hoplayan sevgilime bakakalmıştım.
“Gerçekten öldüm yani...”
Siktir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kibrit kutusu ¦ taegyu
Fanfictaehyun'un hayatı, sevgilisi beomgyu'yu kaybettikten sonra önemli ölçüde değişir. sokaklarda ölen sevgilisine yazdığı şarkıları söylerken küçük bir kibritçi kız ile tanışır. "bu kibrit özlediğiniz kişiyi geri getirmez fakat belki kalbinize bir sıca...