17: "Hoseok kirli oynamak istiyorsa kirli oynarlardı."

639 99 65
                                    

Jimin, pazar akşamı Anyang'daki yurt odasına döndüğünde Taehyung ile bir güzel kavga edeceklerini düşünüyordu ama son üç yıldır hayatının herbir gününü daha katlanılır kılan arkadaşını dolu dolu gözlerle kendisine bakarken gördüğünde bu fikrinden anında vazgeçmişti. Taehyung, beklemeden Jimin'i kollarının arasına çekmiş, ağlamaklı bir sesle bir yandan küçük sırlarını Yoongi'ye açık ettiği için özür dilerken bir yandan da kendine dikkat etmeyip yaralandığı için Jimin'i azarlamaya çalışıyordu. Jimin, annesi ya da babası dışında biri tarafından bu kadar çok sevildiğini daha önce hatırlamıyordu. Anyang'a Yoongi için gelmiş olabilirdi ama her köşesinde karşılıksız aşkının ızdırabını çektiği bu lanet okulun en büyük hediyesi Taehyung'du.  Taehyung'u tanımak Tanrı'ya şükretmesinin en büyük sebeplerinden biriydi.

Birlikte sarılıp ağlaşarak geçirdikleri akşam ikisine de iyi gelmişti. Jimin, Hoseok ile yaptığı konuşmadan beri kendini hiç olmadığı kadar yetersiz hissediyordu. Okuldan uzak geçirdiği iki günün de pek faydası olmamıştı. Sadece Yoongi'yi daha çok özlemiş, özledikçe Hoseok'un sözleri beyninde yankılanıp durmuştu. Üstelik bir de Yoongi'nin kafa karıştırıcı mesajları vardı. Her şeyi bir kenara itip dudaklarını Yoongi'nin dudaklarına bastırmak istemesine sebep olacak mesajlar. Böylece Yoongi'ye dudaklarının sadece kendisine ait olduğunu kanıtlayabilirdi. Ona gerçek bir öpücüğün nasıl olacağını gösterebilir ve aklını uçurabilirdi. Evet, Jimin bunların hepsini yapabilirdi ve içini kemirip duran o heyecanlı nahoş ses Yoongi'nin de bundan çok hoşlanacağını söyleyip duruyordu.

Pazartesi günü öğle arasını okul bahçesindeki çardakta tembellik yaparak geçirirken düşünüp durduğu şey tam olarak buydu. Kendisinden elli metre ilerde arkadaşları ile birlikte bir ağacın altına oturmuş sohbet eden Min Yoongi'yi izlerken tüm dikkati çocuğun orantılı ve kalemle çizilmiş gibi kusursuz olan yüzüne ilahi bir dokunuşla kondurulmuş pembe dudaklarındaydı. Gerçekten de pespembeydiler. Jimin, yanaklarının alev alev yandığını hissetse de hipnoz olmuş gibi onu izlemeye devam etti. Yoongi'nin ise Jimin'in bu pek de masum olmayan düşlerinden haberi yoktu. Küçük olanın kucağına tırmanıp göğsünü göğsüne yasladıktan sonra aç bir kurt gibi dudaklarına saldırmak istediğini bilseydi ne yapardı acaba?

"Jimin," Taehyung bıkkın bir sesle arkadaşının kolunu dürttü. "Bakma artık. Sapık gibi duruyorsun."

"Hıhı."

"Jiminie, kime diyorum?"

"Tamam, bakmam."

Ama Jimin bakmaya devam etti. Kendi zihninde Yoongi'nin kucağına tırmanarak başlattığı öpücüğü devam ettiriyordu. Ellerini boynuna sardığını düşündü. Ensesine uzanan saç tutamlarıyla oynarken öpücüğü derinleştirerek dudaklarını araladığını, Yoongi'nin belinde dinlenen ellerinin onu daha sıkı kavradığını. Tam bu noktada inleyeceğine emindi. Yoongi, o iri, güzel ve kemikli elleriyle belini kavrarsa dayanamayacağını biliyordu. Karşı konulmaz bir merak duygusu gelip yerleşti zihnine.

Peki o Yoongi'yi inletmek için ne yapmalıydı?

Belki ensesindeki saçları çekiştirmek işe yarabilirdi. Ya da alt dudağına küçük öpücükler bırakırken ona hafifçe sürtünmek. Ki Jimin bunu yaparsa kendi kalbinin küt diye duracağından emindi. Ama içinden bir ses Yoongi'yi delirtmek istiyorsa boynuna çalışması gerektiğini söylüyordu. Eh, bu Jimin'i de çıldırtırdı elbette. Beyaz pürüzsüz tenine bir kere bile olsa dudakları ile dokunabilse... işte bu her şeye bedel olurdu. İşte o zaman Jimin-

the truth untold : yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin