Elindeki sepetini mutfaktaki tezgahın üstüne bırakıp seri bir şekilde suyla yıkamaya başladı böğürtlenleri. İçinden hem kendine hem de o adını bilmediği gıcık çocuğa küfürler ediyordu. İnsanların bu kadar kötü kalpli olmasına hiçbir zaman anlam verememişti.
"Ne gerek vardı da benim böğürtlenlerimi dökmeye? Daha yılın ilk böğürtlenlerini ağzımın tadıyla bile yiyemedim." Kendi kendine söylenirken cümlesinin sonlarına doğru sesi iyice içine kaçmıştı. Eve girmeden hemen önce gözyaşlarını silmişti ama yine akın akın geliyordu yaşlar.Merdivenlerden gelen ayak sesleriyle beraber hemen kolunun tersiyle gözyaşlarını acemilikle silmeye çalışmış yüzüne büyük bir gülücük eklemişti.
Mutfağa doğru gelen ayak sesleri Yibo'yu görünce durmuş ve huysuzca seslenmişti.
"Ne ağlıyorsun yine sen?"
Arkasını dönmeye cesaret edememiş ve kırgın sesiyle cevap vermeye çalışmıştı.
"Soğan doğradım da ondan."
"Böğürtlenlerin yeni ismi soğan mı oldu minik yalancı?"
Yibo önündeki kapta böğürtlenlerin olduğunu bir an unutmuş ve söyleyemediği yalanı ortaya çıkmıştı. Avcunun içini isyankâr biçimde alnına vurmuştu. Neden yalan söylemiyordu ki?
Arkasını dönme vakti geldiğini anlamış olacak ki yavaşça vücudunu oynattı. İşaret parmağını uzun saçlarına götürmüş ve suçluluk duygusunun verdiği refleksle kaşımaya başlamıştı.
"Yine böğürtlen yiyemediğin için mi ağlıyorsun yoksa?"
Evet anlamında başını saklarken bu adamın kendisini neden bu kadar iyi tanıdığını düşündü. Gerçi kim olsa tanıtırdı çünkü bir yıl böğürtlen yiyemese ağlamaya başlardı çocukluktan beri.
Yaşlı adam kafasını sağa sola yazık sana der gibi sallamış ve oturma odasına televizyon izlemeye geçmişti.
Yibo, dedesinin gittiğini görünce kendini bahçeye attı. Evet dedesiyle beraber kalıyordu. Burası dedesinin kasabasıydı. Gerçi Yibo ilk defa geliyordu buraya. Babaannesi geçen yıl ölünce dedesi de kasabaya taşınmaya karar vermiş ve bu esnada Yibo'da bir kasabasının olduğu öğrenmiş ve dedesi yalnız kalmasın diye O'na eşlik etmeye karar vermişti. Bu yüzden ilk tayinini buraya istemiş ve istediği gerçek olup atanmıştı.
Bu evin bahçesi çok kuraktı. Daha doğrusu toprağa uzun süredir bakılmamıştı. Gözleriyle tüm bahçeyi bir çember altına almış gezdirirken bir anda o küçük ve çekik gözler karşı bahçenin icindeki beyaz tavşanlara takıldı. Gözlerini şaşkınca açmış içinde büyüyen tavşan sevgisini o an görmezden gelmek çok zor gelmişti. İlk önce onların yanına gitmek istedi fakat hem havanın kararması buna pek müsaade etmedi hem de hiç tanımadığı insanların bahçesine izinsiz girmek oldukça yanlış bir davranıştı. 'O zaman ben de yarın tanışmak için komşumuza kek yaparım hem de tavşanları severim.' diye aklına gelen fikirle parmaklarını şıklatmıştı. Fakat tavşanları izlemekten kendini alıkoyamıyordu. Uzunca bir süre tavşanların birbirleriyle didişmesini ve oynaşmasını zevkle izlemişti ta ki dedesinin huysuz sesini duyana kadar.
"Yibo kaç saattir dışarda olduğunun farkında mısın? Üşüteceksin sonra da hasta olup başıma kalacaksın. Gir çabuk içeri. "
Sesi sonlara doğru azarlar biçimdeydi. Yibo ise dedesinin bu hallerine oldukça alışıktı. Yüzüne o harika gülümsemesini yerleştirmiş dedesinin sesine doğru ilerlemişti.
"Yaz ayındayız diye akşamları serin olmuyor değil. Kendine bak biraz bu yaşlı halimle seninle uğraşamam."
Dedesi, birkaç saniye içinde karşısına dikilen Yibo'yu görür görmez sinirle konuşmuştu. Yibo ise dedesinin bu haline gülümsemek ile yetinmiş ve iki elini teslim oluyorum dercesine havaya doğru kaldırmıştı. Fakat bu hareketinin karşılığında dedesinden sadece bir göz devirme kazanabilmişti.
.
.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Okyanus ve Böğürtlen ~ Yizhan
FanfictionAşkın tanımı daha önce binlerce kez yapıldı. Ve ben kesinlikle bu güçlü duyguya inanıyorum senin aksine Okyanus adam. Nerden çıktın karşıma böyle Böğürtlen Çocuk? Ah bir bilsen efsaneler dökülüyor gülüşlerinden.