Kendisine kek getirmek için giden adamı beklerken göz kapakları ile büyük bir savaşa girmişti. Uyumak istiyordu fakat Yibo geleceği için uykuyu geri plana atıyordu. İçindeki bu acımasız savaşı göz kapaklarının kazanmaması için her şeyi yapıyordu. Sosyal medya da geziyor, televizyondan saçma sapan yemek programlarını izliyordu. Zaman ne geçmek biliyor ne de Yibo geliyordu.
Elindeki kumandayı masanın üzerine bıraktıktan sonra yattığı koltuktan doğruldu. Gözlerini ovaladı ve arkasına yaslandı. Şuan sanki uzay boşluğundaydı. Ve o boşlukta öylece duruyor asla hareket edemiyordu. Parlayan yıldızlara dokunmak istiyor fakat hepsi ondan koşar adımlarla kaçıyordu. Gözyaşlarını silmek istedi ama ağlamıyordu. Ruhunu çoktan satmıştı Xiao Zhan. Kime, nereye sattığını bilmesede satmıştı.
Beyaz tavana bakarken hayatını hatırlayabildiği en küçük yaşından itibaren gözünün önünden geçirmeye başladı. Çocukluk yılları, delice geçirdiği ergenlik yılları, kendine hayat kurmak istediği gençlik yılları ve bitmiş tükenmiş şu anki hali. Ne dese kime kızsa hep yolun ucu kendisine çıkıyordu. Kendisine sürekli kızmaktan başka çare bulamıyodu. Ama nedense tüm suçu da başkalarına atmayı da bilmiyor değildi. Çünkü hata başka hatayı doğururdu.
Ayağa kalktı yavaş adımlarla üst kattaki odasına çıktı. Her bir adımı beyninde sarsıntı yaratsa da buna aldırış etmedi.
Odasının kapısını açar açmaz ilk işi siyah perdelerin örttüğü pencereyi açmaktı. Çoktan akşam olmuştu nerdeyse. Güneş kızıllığı ile ziyafet çektiriyordu gökyüzüne. Okyanus görünüyordu, mavi su dalgası artık güneşin gitmesiyle hafiften kararmaya başlamıştı. Güldü Zhan. Önce minik bir gülümseme ardından tüm odayı dolduran acı bir kahkaha. Artık silmesi için akan tane tane dökülen gözyaşları...
Yatağının başında duran kara kaplı defter. Ne acılar vardı içinde. Ne hüzünler ne boşverişler ne yaralar...
Defterin ilk sayfasını kahkalarla okudu ama akan yaşlar bir bir defteri ıslatıyordu. Umursamadı.
Her sayfada komik acılar vardı. Aptallıklar vardı. Oku oku bitmez diye düşünse de yazdığı son sayfayı da aynı kahkaha aynı yaşlarla okudu. Ardından defteri duvara fırlattı. Ve bir acı dolu yakarış geldi.
"Beni neden anlamıyorsunuz?"
Ama sadece duvarda yankılanıp kendine geri döndü bu ses. Kendi sesi kulaklarına ulaştığında dudağı yukarı kıvrıldı.
"Sen kendini anlamıyorsun Xiao Zhan. Başkaları seni nasıl anlarsın?"
Evet, haklıydı. O daha kendini bilmiyordu ki. Başkaları nasıl bilecekti?
Aynada ki yansımasını gördü. İçinden 'ben ne kadar çirkinim böyle' der demez aynaya fırlattığı küçük oyuncak saksısı paramparça etti aynayı.
Yaşananları düşündü. Arkadaşının gelip eski hayatına dönmesini istedi. Eski başarılarını tekrar kazanabileceğini, tekrar mutlu olacağını söyledi. Doğru belki eski başarılarını kazanabilirdi ama mutluluğu çoktan kaybetmişti. Bir daha asla bulamam diye düşünüyordu. Ama belki de mutluluk bir çift gözün aşkla bakmasına bakardı. Kim bilebilirdi ki?
Gözleri ağlamaktan kızarmış, saçları ise darmadağın olmuştu. Yüzünde, tırnakları ile yaptığı çizikler, dudağında ise dişleri ile yaptığı kanayan yaralar vardı. Titrek elleri ile yatağa çıktı. Nefesleri düzensiz, kalp ritmi hızlıydı. Elinden gelen sadece uyumaktı ama çalan zil sesi ile yarıda kesilmişti. Yavaşça ayağa kalktı ve koşararak aşağı indi. Çünkü kimin geldiğini biliyordu. Aynada yüzüne bakma ihtiyacı bile hissetmedi. 'Gelsin ve beni en aciz halimde görsün' istedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Okyanus ve Böğürtlen ~ Yizhan
FanfictionAşkın tanımı daha önce binlerce kez yapıldı. Ve ben kesinlikle bu güçlü duyguya inanıyorum senin aksine Okyanus adam. Nerden çıktın karşıma böyle Böğürtlen Çocuk? Ah bir bilsen efsaneler dökülüyor gülüşlerinden.