Kızıl mı? Turuncu mu?

70 11 5
                                    

Uzattığı ayaklarını kumdan silkeleyip yanındaki adamın yandan profilini incelemeye daldı Yibo. Kusursuzluğun en güzel resmiydi. Şekilli burnu, kalemle çizilmiş dudakları, keskin yüz hatları.. Bir kış gecesinin en soğuk ayazında yağan karların nimetiyle çizilen bir tablo gibiydi Zhan. Derin derin yutkunuşları, yavaş yavaş inip kalkan göğsü tümüyle bir büyü etkisi yaratıyordu Yibo'da. Sanki biraz daha bakarsa Zhan'a, nazar değdireceğini düşündüğü için gözlerini okyanusa tekrar çevirdi genç adam. Bir süre daha sessizce izlediler batan güneşi, okyanusun sakin dalgalarını ve renkten renge giren gökyüzünü. Bu akıp giden sessizliği bozmamaya yeminli gibi Zhan asla konuşmuyordu. Gözlerini de hiçbir şekilde çekmiyordu ufuktan. Ama Yibo'nun bu sessizliği fazla uzatmak gibi bir amacı olmadığından lafı başlatma kararı almıştı.

"Sen hâlâ adını söylemedin bana?"

Zhan gözlerini sonsuz mavilikten çekmeden gelen soruyu bu sefer uzatmadan cevapladı.

"Xiao Zhan"

Yibo gözlerini açmış ve ağzından bir beğeni nidası salmıştı.

"Waow, ne havalı bir ismin var öyle."

Zhan tam bedenini döndürmese de gözlerini çevirmişti kendisine hayranca bakan çocuğa.

"Bilmem bana hiç havalı gelmiyor. Normal isim işte. Neyini abartıyorsun?"

"Ahh abartmıyorum sadece beğendim."

"Teşekkür mü etmeliyim peki bu beğeninden sonra?"

Zhan tek kaşını kaldırmış ve dudağı alaycı bir tavır yakalamıştı.

"Eğer nerde teşekkür edilip nerde özür dileneceğini bilseydin bu soruyu sormazdın değil mi?"

Yutkunamadı Zhan. 'Ben neyi biliyorum ki' diye hayıflandı kendine. Ve bu çocuk her kimse kendisi hakkında yaptığı eleştiriler oldukça haklıydı. Ve Zhan'da bu çocuğa hak veriyordu istemsizce.

"Evet bilmiyorum"

İki kelimelik cümlesinin bitişi ile gözlerini gökyüzüne çevirdi. Sanki bir yerlerden yardım bekliyordu umutsuzca. Ve biliyordu o yardım kendisi izin vermedikçe asla gelmeyecekti.

Yibo ise Zhan'ın gözlerindeki o hüznü gördü. Gökyüzüne bakarken ki o acı sanki bir şırınga ile Yibo'ya verilmişti. Söylediği cümlenin ağırlığını yeni hissetmiş olacak ki rüzgar bir pişmanlık esintisi getirdi Yibo'ya. Konuşması ve konuyu dağıtması gerektiğini düşündü bir şekilde. Boğazını amatörce temizleyip gözlerini Zhan'ı taklit ederek gökyüzüne çevirdi. Ve gerçekten gökyüzüne bakmanın bir kurtuluş olduğunu gördü.

"Batmakta olan güneş ne güzel bir renk bırakıyor değil mi gökyüzüne? Hafif bir turuncu rengi. Renk çok hafif ve naif duruyor ama sanki insanın yüreğine bıçaklar saplıyor. Acının en güzel mutluluğu gibi bir şey oluyor. Değil mi Zhan?"

Kendisine yöneltilmiş sorudan ziyade Yibo'nun sarf ettiği kelimeler Zhan'ın beynini ele geçirmişti çoktan. Gözyaşları gözünün kenarına gelmişti ve aşağı baksa utanmadan akarlardı. Ama Zhan başkasının önünde acizce ağlamayı asla istemezdi. Bir başkasına yaralarını göstermeyi ve dertleşmeyi çok önceden bırakmıştı. Bu yüzden kafasını gökyüzünden asla başka bir yere çevirmeden cevapladı Yibo'yu.

"Belki de hafif olan renk değildir. Bizim yüreğimizdir. Hem de bu akşamüstünün bıraktığı o ağır duyguyu kaldıramayacak kadar hafiftir. Bilebilir miyiz?"

Zhan bilmece gibi konuşsa da ilk defa böyle bir şekilde konuşmuştu Yibo ile. Belki de ilk defa bu kadar uzun konuşmuştu.

"İlk defa benimle böyle konuştun farkında mısın?"

Okyanus ve Böğürtlen ~ YizhanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin