10

448 15 4
                                    

Rakoş Sokağı'ndaki küçük sarı evde derin bir sessizlik vardı. Her vakit avluda toplanıp yüksek sesle dedikodu yapan komşular bile şimdi, terzinin kapısının önünden geçerken ayaklarının ucuna basıyorlardı. Hizmetçiler tozunu silkecekleri urbaları ve halıları arka yana, avlunun öte başına götürüyorlar; orada bile, gürültüyü hasta duymasın diye, ancak şöyle böyle iş görüyorlardı. Eğer kendilerinde şaşmak yeteneği olsaydı halılar, her günkü öfkeli dayakların yerine bugün paylarına yumuşak, küçük vuruşlar düşmüş olmasına şaşarlardı...

Komşular cam kapıdan sık sık içeri bakıyorlardı:

- Nasıl oldu çocuk?

Hepsi şu yanıtı alıyordu:

- Ağır, çok ağır!

İyi yürekli kadınlar şunu bunu getiriyorlardı:

- Kadınım, birkaç yudum şarap getirdim, kabul edin...

- Gücünüze gitmesin, küçüğe birkaç şekerleme getirdim...

İyi yüreklilere ağlamış gözlerle kapıyı açan küçük sarışın kadın bu armağanlar için nezaketle teşekkür ediyordu; fakat onlardan pek de yararlandığı yoktu. Hatta bazılarına şöyle diyordu:

- Yemiyor, zavallıcık. İki günden beri ağzına ancak iki kaşık süt akıtabildik.

Saat üçte terzi eve geldi. Dükkândaydı ve oradan eve iş getirmişti. Dikkatle ve sessizce kapıyı açıp mutfağa girdi; karısına hiçbir şey sormadı.

Yalnızca, ona baktı. Karısı da ona baktı. Böylece, ikisi de birbirlerini anlamışlardı. Karşı karşıya, ses çıkarmadan duruyorlardı. Terzi kolunda getirdiği ceketleri bile bir yere koymamıştı.

Sonra, ikisi birden, ayaklarının ucuna basarak, çocuğun yattığı odaya girdiler. Şüphe yok ki, Pâl Sokağı'nın her zamanki şen eri ve şimdiki hüzünlü yüzbaşısı çok değişmişti. Zayıflamış, saçları uzamış ve avurtları çökmüştü. Yüzü solgun değildi ve belki işin en hüzünlü yanı yanaklarının hep kıpkırmızı olmasıydı. Bu, sağlık kırmızılığı değildi. Günlerden beri ara vermeden onu yakan, içindeki ateşin yüzüne vurmasıydı.

Yatağın yanında durdular. Birçok yıkım, sıkıntı ve büyük acı görüp geçirmiş, zavallı ve basit insanlardı; onun için yakınmıyorlardı. Yalnızca, başlarını öne eğmiş duruyorlar ve yere bakıyorlardı. Biraz sonra, derin sessizlik içinde terzi sordu:

- Uyuyor mu?

Kadın sesle yanıt vermeye cesaret edemedi; yalnızca, evet der gibi başını salladı. Çünkü, şimdi artık çocuk yatakta o durumda yatıyordu ki, uyuyor mu, uyanık mı, anlamak mümkün değildi.

Dış kapıya hafifçe vuruldu. adın:

- Belki doktordur, diye fısıldadı.

Kocası onu gönderdi:

- Aç kapıyı.

Kadın gitti; kapıyı açtı. Eşikte Bika duruyordu. Oğlunun arkadaşını gördüğü zaman kadıncağızın yüzünde hüzünlü bir gülümseme belirdi.

- Girebilir miyim?

- Gir oğlum.

Girdi.

- Nasıl?

- Hep öyle.

- Ağır mı?

Yanıt beklemeden, o da içeri girdi. Kadın da arkasından. Şimdi, yatağın yanında üçü birden duruyordu ve hiçbiri bir sözcük söylemiyordu.

Pal Sokağı ÇocuklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin