"Jimin hyung! Beni bekle!"
Jimin duyduğu ses ile arkasına dönmüş, Jungkook'un ona doğru koştuğunu gördüğünde her ne kadar koşup buradan kaçmak istese de yapamamıştı. Olduğu yerde kalmaya devam ederken yanına gelerek ellerini dizlerine koyan, nefeslerini düzene sokmaya çalışan bedene bakmıştı.
"N-... Nede... Neden beni beklemedin? Seni artık hiç göremiyorum. Arkadaş olduğumuzu sanıyordum. Neden beni bırakıp gidiyorsun sürekli?" Jungkook kesik nefesleri arasından zar zor konuşurken Jimin ona destek olmak adına bileğini tutmuştu narince. Onu yolun kenarına çekerek okulun duvarına yaslanmasını sağladıktan sonra dilini dudaklarında gezdirerek söyleyecek bir yalan aramıştı. "Annem. Buraya kaçıp geldiğimden beri muhafazakâr olmaya başladı. Sanırım onun güvenini kırdım. Okul çıkışlarında oylamadan eve gelmem için ısrar ediyor, özür dilerim Jungkook. Sana haber vermem gerekirdi."
Jungkook Jimin'in bu dediklerine elbette ki inanmamıştı. Jimin'in annesini biraz da olsa tanıma fırsatı bulmuştur Jimin onlarda kalırken. Hoşgörülü bir kadındı ve o gün Jimin için oldukça endişelenmiş gibi görünüyordu. "Peki ya teneffüslerde? Neden seni asla bulamıyorum? Okulun her bir yerini geziyorum ama seni hiç bir zaman bulamıyorum. Hyung, sorun ne? Benden rahatsız mı oluyorsun artık?"
Jimin tedirginlik ile elini kaşırken duyduğu zil sesi ile gülümsemişti. Bu ortamdan ve bu konudan kaçmak için onun yegane kurtuluş yolu bu zil gibi görünüyordu. Ama yanılmıştı. Jungkook onun gidecekmiş gibi olan halleriyle kaşlarını çatmış ve Jimin'in bileğini tutmuştu. Yalan söylediği her halinden belli oluyordu, bunun farkında değil miydi Jimin? "Yalan söylüyorsun. Elini kaşıyorsun Hyung. Sen ne zaman yalan söylesen... Elini kaşıyorsun."
Jimin bakışlarını eline indirdiğinde yeni yeni fark etmişti ne yaptığını. Hiç bir şey hissedemeyen biri için kaşınma duygusu elbette ki çok yabancı bir hissiyattı.
"Seni kaç defa uyardım bunun için? Kaç defa, söyle? Bir daha annenin dolabını karıştırmayacaksın duydun mu beni? Ne arıyordun orada fare gibi? Küçük haşerat!"
Minik beden babasının sert çıkışlarına alışık değildi. Onu hep seven, saçlarını okşayan babası ne zaman onun minik, sincabı andıran yüzünde makyaj malzemesine dair bir şey görse bambaşka bir adama dönüşüyordu. Jimin'e sürekli erkeklerin makyaj yapmayacağını söylüyor, saçlarına taktığı tokaları ince saç tellerini kopararak çıkartıyordu.
Babası eline sertçe vurduğunda irkilerek kızaran ve kaşınmaya başlayan yere gitmişti küçük çocuğun eli. Eğer sessiz kalırsa daha kötüleri de olacaktı, biliyordu. "S-sadece, saçım gözüme geliyordu. Annem gibi ben de toka takmak istedim." Babası ufak bedenin saçlarını kavradığında küçük çocuk korku ile etrafa bakmaya başlamış, annesinin buralarda olması için dualar etmekten başka bir yol bulamamıştı.
O gün, babası küçük Jimin'in saçlarını oldukça biçimsiz ve kısacık kestiğinde babasının Jimin'in saçlarına olan takıntısı, Jimin'in ise yalan söylerken elini kaşıyor olması kalıcı hale gelmişti. Evet, hiçbir şey hissedemiyordu. Yine de ne zaman yalan söylese sanki babası ellerine tekrar vuruyor, aynı yerler yeniden sızlamaya başlıyor gibi hissediyordu Jimin. Ne söyleyip de Jungkook'un şüphesini üzerinden atacağı hakkında düşünürken Jungkook Jimin'in bileğine istemsizce de olsa biraz daha baskı yapmaya başlamıştı. Jimin bakışlarını bileğine indirdiğinde teninin kızardığını gördüğünde kaslarını çatarak bileğini çekmeye çalışmıştı. "Bana gerçeği söyleyene kadar gitmene izin vermeyeceğim Jimin. Söyle."
"Jungkook ben-" Jimin'in sözü nöbetçi öğretmenin uyarısı ile yarıda kesildiğinde esmerin bir anlık boşluğundan yararlanarak Jimin bileğini çekmiş, öğretmene selam vererek hızlı adımlarla sınıfına ilerlemişti. Aralarındaki bu konu unutuluncaya kadar Jungkook'a görünmemesi gerekiyordu.
Aradan geçen bir haftaya rağmen Jungkook yılmadan usanmadan Jimin ile konuşmaya çalışmış, sarışın ise köşe bucak kaçmaya çalışmıştı. Aralarındaki tuhaf ilişki ani bir şekilde değişmiş ve daha da tuhaf bir hâl almaya başlamıştı. Jungkook'un tuhaf bakışları artık Jimin'i rahatsız etmeye başlamıştı. Sürekli takip ediliyor gibi hissediyor, her an bir yerden Jungkook fırlayıp ona ne olduğunu soracak gibi hissediyordu. Öyle de olmuştu. Evine geldiğini, artık sorun kalmadığını düşünse de evin merdivenlerinde oturan Jungkook'un görmesi ile Jimin duraksamış, adımları yavaş yavaş geriye gitmeye başladığı sırada esmer çocuk ile göz göze geldiğinde iç sesi durmadan kaçmasını söylüyordu.
"Jimin Hyung!"
Jungkook yüzündeki sert bakışa rağmen sahte, samimiyetsiz bir gülümseme takınmıştı. Bu 'seni gördüğüme sevindim' mesajından çok, 'seni yakaladım' gibi bir imaj veriyordu. Bu sefer kaçışı olmadığını Jimin de iyi biliyordu, koca bir hafta geçmişti son konuşmalarının üzerinden ve Jungkook hâlâ kararlı görünüyordu. Yalan söylemeyi bile beceremeyen biri için tek çözüm yolu kaçmakken Jiimin son kozunu da böylelikle kaybetmişti. Jungkook ona yaklaştıkça Jimin'in nefesleri hızlanıyordu, her an koşmaya hazır gibi hissetse de Jungkook istemediği sürece bir yere kıpırdayamazdı. Şah ve mat.
"Annen evde yok sanırım. İçeriye geçip konuşalım mı?" Sarışın çocuk yavaşça başını sallayarak onayladıktan sonra cebindeki anahtarlarını çıkartmıştı. Damarlarından akan kan git gide ısınıyorken yanakları birazdan kızarmaya başlayacak gibiydi. Anahtarı oldukça yavaş bir şekilde yuvaya ittirdikten sonra Jungkook'a bakarak gülümsemiş, zaman kazanmaya çalışarak kapının kilidini açmıştı. İçeriye geçtiklerinde ilk önce gidip salonun perdelerini 'düzeltmiş' daha sonrasında zaten toplu olan salonu biraz daha toplayıp mutfağa ilerlemişti. Jungkook sarışın çocuğun bir kaç adım arkasından onu takip ederken şimdi de içecek bir şeyler isteyip istemediğini gevelediğinde Jungkook sertçe çekip almıştı Jimin'in elindeki meyve suyu kutusunu.
Kutudaki içeceği dikerek büyük bir kaç yudum aldıktan sonra Jimin'in üzerine yürümüş, sarışın çocuğun kalçası mutfak tezgahına dayandığında Jungkook ufak çocuğun üzerine eğilmiş ve meyve suyunu tezgaha bırakmıştı. Aralarındaki bu yakınlık Jimin'in kalbinin deli gibi çarpmasına sebep olurken uzun bir süre sonra, tam da kaynağından Jungkook'un kokusunu almak ona iyi gelmemişti, kurutmaya çalıştığı çiçekler yeniden filizlenmeye başladığında Jimin başımı arkaya atarak nefes vermiş, Jungkook'un da geriye çekilerek aralarındaki mesafeyi açması ile biraz nefes alacak boşluk bulmuştu.
"Tamam mı? Yeter mi artık? Şimdi konuşabilir miyiz Hyung? Bir haftadan beri seninle kovalamaca oynamaktan bıktım usandım. Ne diye benden kaçıyorsun? Bir şey mi yaptım bilmeden?"
Jimin gözlerini kapatarak iç çektiğinde Jungkook'a nasıl duygularını dökebileceğini düşünmüştü. Kalbi hızla çarparken zihnini toparlayarak bir cümle kurabilmesi zor olsa da tezgaha tutunmuş, dilini dudaklarında gezdirmişti gözlerini açmadan önce. Jungkook'un gözleri dolgun ve oldukça yumuşak görünen dudaklara kaydığında avuç içlerinin terlediğini fark etmişti. Aklına dolan düşünceler göz bebeklerinin büyümesini sağlarken hyung dediği biri ile ilgili böylesine ahlaksız düşüncelere kapıldığı için kendine kızmıştı. Ne de olsa onlar arkadaştı.
"Sence... Yakın olmamız doğru bir şey mi Jungkook? Benden nefret ediyordun. Bu çok da eski bir şey değil. Ne oldu da bana karşı olan davranışları ve... Düşüncelerin birden bire değişti? Bu yaptığın borç ödemekse inan gereği yok. O kavgadan önce beni istemediğini söylemiyor muydun? Sadece bırak gideyim. Hayatında yer kaplamak istemiyorum."
Dudaklarına yerleşen buruk tebessümden sonra iç çekmiş, bakışlarını aşağıya indirdiğinde bir anlığına gözleri Jungkook'u bulduğunda ona yaklaştığını fark etmişti. İkili göz göze geldiklerinde sanki transtan çıkmış gibi bakışları aniden değişen Jungkook geriye çekilmiş, bir elini Jimin'e uzatarak tebessüm etmişti aynı onun gibi.
"Benimle en baştan başlar mısın?"
Her şey üst üste geldiği için bir türlü yeni bölüm yazamadım... Sınav haftam olduğu için sizi biraz daha bekleteceğim ama hikayemiz artık şekil almaya başlıyor, bazı şeyleri kafamda oturttuğum için daha akıcı ilerleyecek umarım. Oy ve yorumlarınızı esirgemeyin! 🧡