beni buldun, 13. bölüm.
yine yağmur geliyor, bir facia gibi yağarak üstüme, yeni bir his gibi parçalıyor beni.
açık havada nefes almak, aşıklar gibi öpüşmek ve okyanusuna dalmak istiyorum. yağmur seninle mi yağıyor?-here comes the rain again.
çarpan kapının sesi ağlama isteğime karşı koyarak yerimden kalkıp hiç olmadığı kadar hızlı koşmamı sağlamıştı.
"jay, dursana!"
o kadar hızlıydı ki ciğerlerim patlayacakmışçasına koşmam gerekmişti onu yakalamak için.
"yanlış anladın." en sonunda kolunu yakalamıştım, o ise kolunu silkeleyip tutuşumdan kolayca kurtulmuştu.
"neyi yanlış anlayacağım? onun yanına dön." sakince ve kısık bir ses tonuyla konuşuyordu fakat öfkesi kilometrelerce öteden bile anlaşılırdı. ki sinirli olmasının elle tutulur bir açıklaması bile yoktu.
"o dediğin kişi senin arkadaşın."
"senin de arkadaşındı." söylediği cümleyle histerik bir kahkaha attı ve yakamdan tutarak beni kendine çekti. "kaç kişiyle daha arkadaşım diyerek böyle yakınlaştın."
aniden çekmesi sendelememe sebep olduğunda göğsüne tutundum. sessizce konuşmasına rağmen keşke bağırsa diyordum, patlamaya hazır bir bomba gibiydi. fakat ben de içimde yavaş yavaş yükselen öfkeyi hissedebiliyordum.
"dinlemiyorsun ki, yanlış anlıyorsun!"
"jaeyun veya sunoo-"
"kes sesini!" tüm gücümle onu ittiğimde birkaç adım yalpaladı. çatık kaşları ve öfkeli ifadesinin yerini kırgın bir yüz almıştı.
"neden heeseung?" sorduğu soru yıllarca biriktirdiğim hislerimin bir anda patlamasına sebep olmuştu.
"aptal herif, düşmüştük sadece!"
"kalkmaya niyetli gibi durmuyordunuz ama." ses tonu tekrar yükselmişti. gözlerindeki öfkeyi net bir biçimde görüyordum.
"bu senin neden umrunda ki? gelmesen belki de bir şeyler yaşardık. hangi sıfatla durduracaktın beni?" gülümsedim. tahmin ettiğim gibi sessiz kalmıştı.
"bir gerekçe bile sunamıyorsun. neden umrunda olduğunu söyle, neden bizi her beraber gördüğünde kin dolu bakışlarla izlediğini söyle bana!" hâlâ hiçbir sey demiyordu. hayal kırıklığına uğramıştım her zamanki gibi, gerçi ne demesini bekliyordum ki? son bir kez yüzüne bakıp arkamı döndüm. gitmeye yeltenmiştim ki bir anda yerlerimizi değiştirdi.
"asıl sen neden beni kıskandın bir sevgilim varken? arkadaşlığımızı bitiren senin kıskançlığındı!" sendelememi umursamadan geri adımlayarak ıslak bedenimin duvarla buluşmasını sağladı. sokak lambasının titrek sarı ışığı altında benimkiyle arasında santimler olan yüzünü ilk kez bu kadar yakından inceleme şansım olmuştu. gözleri dudaklarımdaydı, kalbim maraton koşmuşçasına atıyordu.
elleri sıkıca omuzlarımı kavrıyordu ve canımı yakıyordu, yine de bu onunla ilgili canımı en çok yakan şey değildi, bu yüzden umursamadım.
"gerçekten aptalsın sen. o zamanlar aşıktım sana. anlamıyorsun çünkü beni hiç anlamadın!"
sakladığım sırrı daha fazla tutamamıştım tutamamasına ama bunu onun bu şekilde öğrenmesi istediğim son şeydi.
çatılmış kaşları söylediğim birkaç kelimeyle düzelmiş ve yüzüne bir şaşkınlık ifadesi yayılmıştı. zaten yine sinirli olsa tutamazdım gözyaşlarımı, gözlerim dolmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yalnız bir opera, jaywon.
Fanfiction- yüreğim, o eski aşk kalesi yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden.