"Mehtap... Mehtap hadi, gitmeliyiz."
"Mehtap, uyan."
Sanki biri bana sesleniyordu. Evet benim ismimle hem de. Bu... Tanıdık bir ses. Rüzgâr? İyi de nasıl..? Gözlerimi yavaşça açtım ve karşımda Rüzgâr vardı.
"Senin burad-" sözümü kesti.
"Vaktimiz yok, gitmeliyiz." dedi hemen. Sonra tüpü açmaya çalıştı ama nafile. "Bu cihaz nasıl çalışıyor? Nasıl bu tüpten çıkaracağım seni?" dedi cama vurarak.
"Şurada cihazın kontrol merkezi var. O kontrol ediyor." dedim.
Tuşlarla oynayıp duruyordu. En sonunda bir tuşa bastı ve tüpe su dolmaya başladı.
"Rüzgâr su doluyor! Rüzgâr!" diye bağırdım camı yumruklayarak.
Rüzgâr ne yapacağını bilmez bir halde hemen tüpe doğru koştu. Kenar bir boşluk bulup çıkarmayı planlıyordu ama hiçbir boşluk gözükmüyordu.
"Mehtap! Şimdi beni iyi dinle. Ben şimdi diyince nefesini tut ve suya kafanı sok." dedi Rüzgâr. Bu arada o da beni çıkarmak için yollar arıyordu.
"Şimdi!" demesiyle mehtap kafasını suya daldırmıştı.
Biraz etrafa bakınca tüpün altında bir tıkaç olduğunu gördüm ve tıkacı çıkarmak için eğilmeye çalıştım ama kablolar izin vermiyordu. Bir anda kapı açıldı ve içeri iki silahlı, bu silahlar insanlarınkine benzemiyordu, daha çok uzay ile ilgili filmlerdekiler gibiydi, adam ve o genç adam gelmişti.
Genç adam beni görünce bir anda kaskatı kesildi ve Rüzgâr'a öfkeyle baktı. Silahlı adamlar hemen Rüzgâr'ı kolundan tuttular. Ne kadar dirense de adamların cüssesi galip geliyordu. Odanın bir köşesinde sandalyeye oturttular ve başında beklemeye başladılar. O sırada genç adam aceleyle tuşlara basıyordu. Nefesim çok azalmıştı ve evet bu alemde de ölüm diye bir şey vardı. Burada da ölürsek gerçekten bir ölü oluyorduk. Yine yeniden boğularak ölmek kabus gibi görünüyordu. Sonunda adam doğru tuşlara basmıştı ve tüpteki su seviyesi azalmaya başladı. Su tamamen gittiğinde genç adam tüpü açtı ve beni oradan çıkardı, o kadar tuş sadece bir hazneyi kontrol etmek için mi yapılmıştı? Baya bir özelliği vardı ve kullananlar için bile karışık olduğu belli oluyordu. Bir anda düşecek gibi oldum ve tüpün kenarına elimi yasladım. O ise her an düşecekmişim gibi elini uzattı ama ben düşmeyince geri çekti. Biraz soluklandıktan sonra "Artık gidebilir miyim? Ya da en azından daha fazla şu tüpte olmasam" dedim. Ne kadar safça, ne kadar savunmasız bir soru, istekti. Sorduğuma bile pişman olmuştum, yemek bile vereceklerini düşünmüyordum. Beni kurtarmaları da bencillikti. Sonuçta ben diğer yarısıysam bana ihtiyacı vardı.
"Gidebilirsin." diyince bir anda ne olduğunu anlayamadım, şaşırmıştım. Çok sevindim ama sonra tekrardan dudağı aralandı ve "Demek isterdim." diye ekledi. O an o kadar sinirim bozuldu ki, duygularımı bilerek çelişkiye sokuyordu. "Nefret ediyorum artık bu adamdan, beni basbayağı kullanıyor." diye geçirdim içimden. Aklımı okuduğu gerçeğini unutmuştum... Galiba işine gelmemişti bu düşüncem ya da gerçekten yanlış yaptığını anlamıştı ve bana "Gidebilirsin ama yarın tekrar geleceğine dair söz ver." dedi vereceğim cevap için dikkatle bakarak.
Biraz durdum ve kabul ettim "Tamam ama sen de bana zarar vermeyeceğine ve daha özgür olacağıma dair söz ver." Özgürlükten kastım, tüpte olmamaktı.
"Tamam, söz." dedi ve kapıya yöneldi. O sırada arkasından gelmediğimi fark edince döndü. "N'oldu? Gitmek istemiyor muydun?" diye sordu. Ama ben gözlerimi Rüzgâr'a dikmiş ve kendime onu oradan çıkarmadan gitmeyeceğime söz vermiştim. Anlamış olmalı ki silahlı adamlara işaret verdi ve Rüzgâr yanımıza geldi. Silahlı adamlar aslında o kadar da ürkütücü gelmemeye başlamıştı gözüme. Bir tanesi sandalyesine yayılmış elindeki çerezi ağzına atarak isabet ettirmeye çalışıyordu. Diğeri ise sürekli onun bu hareketi yapmasından faydalanıp çerezinden kaçırıyordu.
Genç adam onlara seslendi. "Murat, Semih! Gelin." İkisi de cevap verebilmek için ağızlarındaki çerezi yutup öksürdüler.
"Evet!?" dedi uzun olan kendini toparlamaya çalışarak. Bu çerez kaçırandı, diğerine göre daha söz dinler türden gibiydi.
"Ben Koray ,Bu Murat" dedi uzun olanı göstererek. Siyah saçlı, kahve gözlüydü. Hafif bir sakalı vardı ama göze batmıyordu. "Bu da Semih" Semih kumral saçlı, enerjik bir tipti, her an gülüyordu. "Aslına bakarsan evet, korkutmak için onları getirmiştim ama bunlardan da anca bu kadar oluyor." diye yere bakarak güldü kendi hatası varsayarak. "Onlar benim arkadaşlarım, burada kimsenin parçasının olmadığını biliyorsundur ama biz anlaşabiliyoruz. Bu konu hakkında çok diretmeyeceğim çünkü siz asla ve asla parçasını doldurmayan biriyle anlaşılabileceği gerçeğine inanmıyors-"
"Ne ilgisi var? Rüzgâr da benim parçam değil." dedim sözünü keserek. Bu onu düşündürmüştü. Normalde bizim taraftakiler kurallara sadık ve tek görüşlü olurdu ama ben meraklıydım ve asıl bulunduğumuz bölgeye sadece ayın 26'sında uğrardım. Galiba en çok bu yüzden benim Cage Guards'a dahil olmamdan korkuyorlardı.
"Cage Guards anlatıldığı kadar korkunç d- ya da vazgeçtim. Öyle. Ama içimizdeki herkes ruh emme meraklısı değil. Amacımız birini sıkıştırıp ondan bir şeyler çalmak değil. Kimsinin öyle olabilir ama biz üçümüzün değil." demişti ama anında nasıl güvenebilirdim ki? Ama bana zaten ihtiyacı var, Rüzgâr'a yok. "Dert etme dedim." dedi, yine aklımı okumuştu. Rüzgâr anlamamıştı, sonuçta aklımı okuyabildiğini bilmiyordu.
"Yarın görüşürüz, hadi gidelim Mehtap." dedi adama Rüzgâr sahte bir gülümsemeyle.
"Sadece Mehtap." dedi Rüzgâr'ı düzelterek. Ama Rüzgâr'ın inatçı olduğunu biliyordum. Galiba onu ikna etmem gerekiyordu. Oradan çıktık ve sabah için gölge olabilecek bir yer bulduk. Geceyi orada geçirmeyi planlamıştık. Yavaş yavaş uyku bastırıyordu ve en sonunda uyuyakaldım...
*** 𝚢𝚊𝚣𝚊𝚛𝚍𝚊𝚗 𝚗𝚘𝚝:
O kadar dersimin arasında yazdım, bence okunmayı hak ediyorum bu yüzden, bölümler fazla mı kısa? Ve önceki gibi müzik yazayım mı başa yoksa yazmayarak devam mı edeyim (belki öyle yazmayıp bir çalma listesi ya da video linki koyarım) ?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mehtap Denizi
FantasySerin rüzgar insanın içini titretecek kadar vuruyordu... Bu mehtap bugün için mi bu kadar şiddetli? Sanki içimi görüyor, duygularımı anlıyor. Hayattayken kendime çok yalan söyledim. Hayır! Mutlu değildim. Bir mehtap esmişti sadece. O da aldı, götür...